Türkiyede hayvancılığın öldürülmesi yeni bir olay değildir. Geçmişi eskilere dayanır. 1960lı yıllarda başlayan Yurt dışı serüveni, gündeme bu olayı da getirdi. Uzaklardan değil kendi köyümden bu konuyla ilgili bir örnek vereceğim. Ben 1960 lı yıllarda yani 1960ta orta okulda okuyordum. Mayıs ayında 27 Mayıs 1960 devrimi oldu. Devrimden hemen sonra da bu Yurtdışına işçi gönderme olayları başlatıldı. 1962 yılında bizim köy 85 hane idi ve 800e yakın nüfusu vardı. Köyde bulunan tüm arazi ve yaylalarımız ile kışlalarımız değerlendirilirdi. Boş arazi ve çalışmayan insanımız yoktu. Bu köyde binden fazla büyükbaş, yine binden fazla küçük baş hayvan beslenirdi. Bunların üretim ve beslenmesi tamamen köyün potansiyel kaynaklarına dayalı idi Köyde herkesin gücüne göre bir hayvan besleme kapasitesi vardı. Örnek olması açısından kendi ailemi anlatacağım. Bu anlatım öyle sanıyorum ki bugüne dünden bir mesaj verecektir. Neden kendi ailem. Çünkü insan en yakın olduğu aileyi ancak böyle tanır. Böyle bir aileyi tanımakta başka aileler hakkında bize yeteri kadar bilgi verir.
Ben 1945 doğumluyum. Ben çocukken bizim ailenin reisi rahmetli amcam Tevfik Efendi idi. Onun iki kızı vardı. Büyük kızı evli idi. Küçük kızı ise daha çocuktu ama benden altı yaş büyüktü. Babam, annem ve ben. Babaannem birde hizmetkarımız Hasan Ağabey vardı. Bu aile hep birlikte yaşıyorduk. Herkesin bir görevi vardı. Babamla amcam evdeki erkeklere özgü işleri yapardı. Annem ve yengem daha hafif işleri yapıyordu. Annem, yengem ve amcam her şeye göğüs gererek işlerimizi yıpratmadan hep beraber ve bir çatı altında hayatımızı birlikte sürdürüyorduk. O yıllarda köylünün dışa satacak fazla ürünü de yoktu. Ancak kendi ineklerinden doğma buzağıları besler ve satardılar. Bu da yıllık iki veya üç danayı geçmezdi. Ama aşağı yukarı her aile yılda en azından iki üç dana mutlaka satarlardı. Bu da hiçte küçümsenecek rakam değildi. Bir yılda sadece bizim köyden 250 dana çıkardı. Bazı büyük köylerden daha fazla. Ama ortalama böyle idi ve bu rakamlarda az değildi. Bunun dışında koyun da beslenirdi. Her yıl 50 adet anaç koyunumuz olurdu ve bunlardan her yıl 60 veya 70 kuzu alırdık. Bu kuzuların yarısı erkek olurdu. Erkek kuzular sütten kesilince toklucular bunları alır, yaylalara götürürdü. İki yaşına gelene kadar bu kuzular beslenir, koç olunca satılırdı. Rahmetli babam da kuzu alırdı ve bu kuzuları iki yaşına yani koç oluncaya kadar besler, daha sonra celeplere satardık. Köylerde böyle bir üretim ağı vardı ve Türkiyenin % 80inde aşağı yukarı durum aynıydı. O yıllarda Türkiye canlı hayvan ihraç eden bir ülke idi. Başta Rusya olmak üzere komşularımız olan İran, Irak ve Suriyeye canlı hayvan ihraç ederdik. Ne yazık ki şimdi ete muhtaç kaldık. Bunun sebepleri çoktur ama biz bazılarını burada kısaca başlıklar halinde vereceğiz.İşte nedenlerden bazıları:
1) Yurt dışına önemli ölçüde üretim yapan köylü nüfus verdik. Hazır marka franka alışan köylü, ne yazık ki o eski alışkanlığı sürdürüp hayvancılığı devam ettirmediler. Ailelerini ya yurt dışına ya da aldıkları büyük kentlerdeki apartmanlara taşıdılar. Böylece köylerdeki o üretken nüfus, üretim dışı kaldı ve hazır yemeye başladılar. Benim 80 haneli köyümden bugün köyde 6 hane kalmıştır. Türkiyenin birçok köyü göç kurbanı olmuştur.
2) PKK ve Terör ülkemizin bir bölümünde yaylacılık ve hayvancılık yaşamını öldürmüştür. Terör bölgelerindeki köyler de boşalmış, halk eski yerel üretim kaynaklarını kaybetmiştir. Buralarda araziler ve meralar değerlenmemektedir.
3) Devlet toprakları ile birlikte kırsal kesimde boşalan topraklar planlı, programlı olarak işletilmiyor. Araziler çok ufak ve parselli olduğundan orta ölçekli tarımsal işletmeler kurulamıyor. Bugün politikacılarımız, mecliste birbirlerini yiyeceklerine bir tarım ve toprak reformu yaparak arazi toplulaştırması yapsalar ve bu arazileri çalıştıracak kişilere verseler daha iyi olur. Eğer Türkiye topraklarını bilimsel yöntemlerle işletse ve desteklense ne işsiz ve ne de etsiz kalınır. Bugün Anadolu Topraklarının yarısı boş durmaktadır.
4) Bugün bir hata da ormancılık politikasıdır. Bugün Aydın ve İzmir illerinin bir çok yerinde zeytin ve incir üretimi yapılacak alanlar orman bakanlığınca ağaçlan- dırılmıştır. Bu alanlara koyun bile sokulmuyor. Halbuki buralarda yağ ve bal ağacı üretmek varken orman yapmak bence yanlış bir politikanın sonucudur. Yurdumuzun en soğuk bölgesi olan Sarıkamış ve Gölede yine yurdumuzun en kaliteli ormanları vardır. Bugün Kars, Erzurum, Ardahan, Erzincan İllerinde Türkiyeye yetecek kadar ağaçlandırılabilecek orman alanları vardır. Bu bölgelerin yazları serin ve yağışlı olduğundan yangın tehlikesi de yoktur. Benim çocukluk yıllarımda Erzurumda kurulan Atatürk Üniversitesi Palandöken Dağlarında çam deneme ormanları başlattı. Bugün o deneme ormanları gayet başarılı sonuçlar vermiştir. Erzurumda, çam ve kayın ormanları, ağaçları artarak çoğalmaktadır. Bölgeye ve iklime göre planlama şarttır. Üretim de bu gerçekler doğrultusunda yapılırsa yararlı ve olumlu sonuçlar alınır. Ben başarısız politikacıların yüzünden inanın tek partili dönemi özlüyorum. Bunlar çalışmak yerine kavga ediyor, kardeşi kardeşe düşman ediyorlar. Çok yazık bu güzel vatana ve çok yazık bu güzel halkımıza. O çıkarcı bencillerin oyuncağı oldular. Çoluk çocuğumuz bir lokma ete muhtaç oldular.