KERİM KIYIK: Sayın Hocam, sizi tanıyabilir miyiz?
İBRAHİM HAKKI KAVASOĞLU : 1925 yılında, Beydağı, Beyköyde doğdum. 1936-37 Öğretim yılında, İzmir, Erkek Köy Muallim Mektebinin hazırlık sınıfına girdim.Köy Enstitüleri kurulunca, okulumuzun adı Kızılçullu Köy Enstitüsü oldu.1943 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne girdim.1946 yılında güzel sanatlar bölümünden mezun oldum. Aynı yıl Ortaklar Köy Enstitüsünde göreve başladım.Askerliğimi yedeksubay olarak yaptım.Gezici başöğretmenlik ve okul müdürlüğü yaptım. 1980 yılında, Söke Kocagözoğlu İlkokulu Müdürlüğünden kendi isteğimle emekli oldum.
KIYIK: Köy Enstitüsü projesi neydi, neyi amaçlıyordu? Proje kimin, kimlerin eseriydi?
KAVASOĞLU: M. Kemal Atatürk cumhuriyeti kurmuştu. Fakat, kendisini iki şey rahatsız ediyordu. Ekonomik durum ve halkın cehaleti. O dönemde, halkımızın %80i köylerde yaşıyordu. Köylerimizde okuma- yazma bilen insan sayısı yok denecek kadar azdı. Okuma-yazma bilenler parmakla gösteriliyordu. Yeni kurulmuş genç Cumhuriyetin asıl üretim gücü de, köylerimizdeki bu eğitimsiz insanlarımızdı. Onun için eğitim daha önemliydi. Çünkü; eğitimsiz bir halkla, ekonomik kalkınma sağlanamazdı. Atatürk bu durumu çok iyi bildiği için, eğitim seferberliği başlattı. Proje istedi. Milli Eğitim Bakanlarını bu yüzden sık sık değiştirdi. Mustafa Necati ve Saffet Arıkan dönemlerinde atağa geçildi. 1936 yılında, İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü oldu ve Milli Eğitim Bakanlığına eğitimimizin sorunlarını ve çözüm yollarını gösteren muhtıra niteliğinde bir proje sundu. Bakan Hasan Âli Yücel bu projeyi sahiplendi. Yücel Tonguç çok iyi bir ikili oluşturdular. İşte Köy Enstitüleri projesi böyle başladı. Küçük köylerimizde hiç okul yoktu. Yeni öğretmenlerin yetişmesi beklenemezdi. Bu nedenle, Çifteler ve Kızılçulluda ilk olarak köy eğitmen kursları açıldı. Daha sonra da, eğitmen yetiştirilmeye devam edildi. Eğitmenler bu okulsuz köylerimize üç sınıflı okullar açtılar. Eğitmenlerin Türk Milli Eğitimine çok büyük katkıları oldu. Köy Enstitüleri projesi Atatürk döneminde başladı. 17 Nisan 1940 yılında çıkarılan bir yasayla sağ muhalefete karşın- Köy Enstitüleri resmen kuruldu. Tabii, bu yasanın İsmet Paşanın desteğinde çıktığını unutmamak lazım.
Köy Enstitüleri Projesinin birinci amacı, Türkiyenin okur-yazarlık ve öğretmen sorununu çözmekti. Halkımızı aydınlatmak, üretken hale getirmekti. İkincisi ise, ülkemizdeki aşiret, ağalık düzenini ( feodal yapı) tasfiye etmekti. O yüzden toprak ağaları, şıhlar , siyaset bezirganları Köy Enstitüleri Projesine daha baştan karşı olmuşlar ve Enstitülü öğretmenleri hiçbir zaman sevmemişlerdir. Enstitülü öğretmenler de, ağa ve şıhlarla bu yüzden barışamamışlardır. Zaman zaman da mahkemelik olmuşlardır. Bunun en tipik örneği, Demokrat Partili Kenan Önerin, Bakan Yüceli komünistlikle suçlamasıyla başlayan davadır. Yücel, davayı kazanmıştır.
KIYIK:Enstitülere alınacak öğrencilerde bazı özellikler aranıyor muydu? Siz Enstitüye ne zaman, nasıl girdiniz?
KAVASOĞLU: Ben sınavla girdim. Köy Enstitülerine alınacak çocukların, özellikle köy çocuğu, zeki ve yetenekli olmasına dikkat edilmiştir. Her Enstitü, kendi öğretmenlerinden kurduğu komisyonlarla, kendi kesimlerinden öğrenciler almışlardır. Kız-erkek dengesi düşünülmüştür. Çünkü, Köy Enstitülerinin ana ilkelerinin başında, karma ve sürekli yatılı eğitim ilkesi vardı.
KIYIK: Köy Enstitülerinin kuruluş haritasına baktığımızda, şehir ve kasaba merkezlerinin dışında, kıraç alanlarda kurulduğunu görüyoruz. Burada amaçlanan neydi?
KAVASOĞLU: Evet, Köy Enstitüleri kırsal alanlarda kurulmuştur. Kurulduğu yerlerin adlarını almışlardır. Burada amaçlanan, kıraç ve bozkır alanları canlandırıp, yeşillendirerek örnek bir model oluşturmaktı. Köy Enstitüleri, kırsal alanlarda kurulmasının yanında, dengeli de dağılmıştır. Amaç, ülkemizi kesim bölgelerine ayırarak tüm köy çocuklarını okutmaktı. Muhalif kesimler; Köy çocuğunu köyden alıp, köyde okuttular, diye bir eleştiri getirmişlerdir. Köy Enstitülerindeki kültürel ve sosyal yaşam şehirlerde yoktu. Enstitülerde sinema, tiyatro vardı. Çevre düzenlemesi, mimari vardı. Türkçeye çevrilen dünya klasikleri her Enstitünün kitaplığına girmişti. Bu klasikler okunuyor ve tartışıliyordu. Her öğrenci, en az bir ensrüman çalmış, halk oyunları oynamış, sporun bir dalıyla uğraşmıştır. Enstitüler arası işbirliği yapılarak, yurt gezileri düzenlenmiştir. Böylece Enstitülü öğrenciler yurdunu tanımışlardır. Kişisel sağlığı korumak başta gelen görevdi. Her öğrencinin diş fırçası olması zorunluydu. Soruyorum, bugün halkımızın yüzde kaçı dişlerini fırçalıyordur? Enstitülü öğrenciler; sorumlu, özgüvenleri yüksek, yaşamayı seven, estetik duyguları gelişmiş, Cumhuriyetin aydınları olarak yetişmişlerdir. Biz şu anda, yetmiş yıl sonra böyle kuşaklar yetiştiriyor muyuz, merak ediyorum?
KIYIK: Köy Enstitülerinin; sadece bir okul değil, büyük bir alan üstünde, bir çok birimleri ve iş alanları olan, eğitim işletmeleri olarak 4-5 yıl gibi kısa sürede kurulduklarını görüyoruz. Bu olağanüstü başarıya nasıl ulaşıldı?
KAVASOĞLU: Bu işe gönül verilmişti. İsmet Paşa desteklemiş, Bakan Hasan Âli Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç yürekleriyle işe başlamışlardı. Tüm Enstitü Müdürleri de, gecelerini gündüzlerine katarak çalıştılar. Enstitüler arasında imece yapılırdı. İşlerini bitiremeyen enstitülere, diğer Enstitüler ekipler halinde yardıma giderlerdi. Tabii, bütün bu işler, usta öğreticilerin gözetimi altında öğrenciler tarafından yapılmıştır. Köy Enstitülerindeki başarının temel etkenlerinden en önemlisi, öğrencinin yönetime ortak edilmesidir. Böylece, öğrenciler sorumluluk almışlar, kaynaklarını tasarruflu kullanmışlardır.
KIYIK: Köy Enstitülerinin eğitim felsefesinin iş içinde,iş için üretim olduğunu biliyoruz. Bir enstitülü olarak bu konuda neler söyleyeceksiniz?
KAVASOĞLU: İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüsü projesini oluşturmadan önce bir çok ülkeye giderek incelemelerde bulunuyor. Almanyada iş eğitimi alanında öğrenim görüyor. Jonh Dewey, Pestolozzi gibi tanınmış eğitimcileri inceliyor. Bu eğitimcilerden elbette etkilenmiştir. Fakat ülkemizin koşullarına uygun, özgün bir eğitim modeli yaratıyor. Tonguçun eğitim felsefesinde; öğrenme iş içinde gerçekleşecektir. İşe yaramayan bir bilginin anlamı yoktur. Öğrendiğimiz bilgiler sorunlarımızı çözmelidir. Örneğin; öğrenciler bileşik kaplar modelinden yararlanarak, uygun noktaya depo yapmışlar, Enstitüye su getirmişlerdir. Tonguç, ülkemizin, özellikle köylerimizin sorunlarını çok iyi tahlil ettiği için, Enstitü programlarına, kültür derslerinin yanında, yarım gün de tarım teknikleri ve zanaat dersleri konmuştur. Bir Enstitülü köye, öğretmenliğinin yanında; tarımı, hayvancılığı, demirciliği, ilkyardımı, dülgerliği de bilerek gidiyordu. Çünkü, Köy Enstitülerinin amacı köyü canlandırmak, kalkındırmaktı.
KIYIK: Köy Enstitülerinin ders programlarına baktığımızda, toplam öğretim süresinin yarısının( 114 hafta) kültür derslerine, diğer yarısının ise, tarım ve teknik derslere ayrıldığını görüyoruz. Kültür derslerinin yetersiz olduğu konusunda eleştiriler var. Dersler yeterli miydi?
KAVASOĞLU: Dersler yeterliydi. Enstitüler beş yıldı. Ama, sürekli eğitim- öğretim vardı. Enstitüler hiç kapanmazdı. Dolasıyla, beş yıllık eğitim altı yıllık eğitime denk düşüyordu. Öğrenciler sırayla, yılda birer buçuk ay tatile giderlerdi. Kültür dersleri olarak; Matematik, geometri, fizik, kimya, tabiat bilgileri, tarih, coğrafya, eğitim psikolojisi, eğitim sosyolojisi, kooperatifçilik, edebiyat, güzel sanatlar, sağlık, askerlik, iş ruh bilimi dersleri görürdük. Laboratuarlarımız vardı. Özellikle fizik, kimya derslerimizi laboratuarlarımızda, deneyler yaparak işlerdik. Bazen, yeni açılan Enstitülerde işler nedeniyle derslerin aksadığı olurdu. Fakat dersler mutlaka tamamlanırdı. O günün koşullarında bu program çok iyiydi. Bugün endüstriyel psikolojinin karşılığı olan, iş ruh bilimi dersleri, ilk kez Enstitülerde okutulmuştur. Enstitüleri baltalamak için çeşitli karalama kampanyaları yapılmıştır. Bunlardan biri de, yetersiz olduğu iddiasıdır ki, doğru değildir. Tabii ki, Enstitülerin ilerki yılarında, günün koşullarına uyularak kültür ders saatları daha da arttırılabilirdi.
KIYIK: Köy Enstitülerinin sürekli yatılı ve karma eğitim- öğretim yapan, demokratik eğitim kurumları olduğunu görüyoruz. Enstitüde bir gününüz nasıl geçiyordu?
KAVASOĞLU: Güne sabah jimnastiği ile başlardık. Kahvaltıdan sonra derslere girerdik. Öğleye kadar kültür dersleri görürdük. Öğleden sonra ise, zanaat(demircilik, yapıcılık, dülgerlik) ve tarım teknikleri derslerimiz olurdu. Kız arkadaşlarımız da, biçki-dikiş, ev el sanatları, dokumacılık dersleri görürlerdi.Akşam yemeğinden sonra etütlerimiz başlardı. Cumartesi ve Pazar günleri mutlaka eğlence yapılırdı. Şarkılar, türküler söyler; halk oyunları oynardık. Piyesler oynardık. Müdür ve öğretmenlerimiz, piyesleri bizlerin yazmasını isterlerdi. Haftalık değerlendirme toplantısı yapardık. Her öğrenci olumlu, olumsuz görüşlerini çekinmeden söylerdi. Ama, hiç kimseyi kırmamak esastı. Burada amaç demokrasi bilincini kazandırmaktı. Öğrencilerin özgür iradesi ile yöneticisini seçtiği, yönetime ortak olduğu ilk ve tek okullar Köy Enstitüleridir. Bugün Türkiyede böyle bir okul var mı?
KIYIK: Tonguç, Kendi ortamını iyileştirmeyen, insanı değiştirmeyen eğitimin anlamı yoktur, eğitim modern ortamlarda yapılmalıdır, diyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
KAVASOĞLU:Tonguç; insanın okuyarak, görerek, yaşayarak gelişeceğine inanıyordu. Bu yüzden, Enstitüler öncelikle modern ortamlar yaratmışlardır. Çevre düzenlemesi, yeşil alanlar yaratılması öncelikle yapılan işlerdir. Yapıların mimarisine önem verilmiştir. Öğrencilerin estetik duygularının gelişmesi amaçlanmıştır. Binaların mimari projesini yüksek mimar Mualla Eyüpoğlu çizmiştir. 1944 yılında, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde anfi tiyatro vardı. Hafta sonunda oyunlar sergilenirdi. Okulumuz heykellerle süslenmiş, yeşil alanlarla kuşatılmıştı. İsmet Paşa, yabancı devlet konuklarını Hasanoğlan Köy Enstitüsüne getirirdi. Öğrencilerin kullandıkları her ortam (derslikler, yemekhane, hamam, tuvaletler, bahçe,yollar vb.) temiz tutulmuştur. Bu alanların temiz ve düzenli olmasından doğrudan öğrenciler sorumluydular. Bir oto kontrol vardı. Burada da amaçlanan, öğrencilere temizlik alışkanlığı ve bulunduğu ortamı düzenleyip değiştirebilme yeteneği kazandırmaktı. Bu nedenledir ki, Enstitülü öğretmenler gittikleri köylerde hiç zorluk çekmeden, severek ve isteyerek her işte köylüye örnek olmuşlar, önderlik etmişlerdir. Tuvaleti olmayan köylere, ilk tuvaleti yapanlar Enstitülü öğretmenler, eğitmenlerdir.Ahırları okula dönüştürmüşlerdir. Çünkü; duvar örmek, badana, boya yapmak, çatı tamir etmek onların ellerinden gelen işlerdi. Enstitülü öğretmen ve eğitmenler, o günün koşullarında köylerimizdeki aydınlığın ve modernizmin temsilcileri, Cumhuriyetin savunucusuydular.
KIYIK:Tonguç, Enstitülerde her öğrencinin en az bir ensruman çalmasını; spor, resim edebiyat, heykel, tiyatro gibi güzel sanatlarla uğraşmasını, yönetime katılmasını, mutlaka okumasını istiyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
KAVASOĞLU: Köy Enstitüleri projesinin ; teorik, pratik ve hayat desleri olmak üzere üç temel ayağı vardı. Tonguç, öğrencilerin sadece kültür dersleri alarak gelişemeyeceğini çok iyi biliyordu. Her öğrenci, hayatın pratiğini fiilen yaşamalı; mutlaka bir ensrüman çalmalı, yönetime katılmalı, resim yapmalı, okumalı, spor, tiyatro ve heykelle ilgilenmeli, halk oyunlarını oynamalıydı. Bu etkinlikler insana özgüven kazandırıyor, geliştiriyor. Tonguç, sosyal etkinliklerin programlarını öğrencilerin hazırlamasını ve doğal olmasını özellikle istemiştir. Özet olarak; Tonguç, Hayatın pratiğini yaşamayan, okumayan, çalıp, söylemeyen ve oynamayan insan gelişemez, diyordu.
KIYIK: Tonguç, Jonh Dewey, Pestolozzi gibi eğitimcilerin model okullarda yaptıklarını; ülke çapında, doğal ortamında ve gerçek okullarda yapıyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
KAVASOĞLU: Jonh Dewey, Pestolozzi gibi eğitimciler, eğitim ilkelerini, projelerini model okullarda uygulamışlardır. Uygulamaları teorik düzeyde kalmıştır. Tonguç ise, eğitim felsefesini yaşamın gerçek ilkelerine dayandırmış; yaşayarak, gerçek ortamlarda, gerçek okullarda uygulamıştır. Tonguçun eğitim anlayışına göre, öğrenilen her bilgi sorun çözmede işe yaramalı, üretime dönüşmeli ve insanın refahını arttırmalıdır. Süs olarak kalacak bilgi gereksiz bir yüktür. Sadece teorik bilgi, bireyi ayakta tutamaz. Birey, hayata tutunabilmek için; teorik ve pratik derslerin yanında, hayat dersleri de almalıdır. Kastomonu- Gölköy Köy Enstitüsünde gölet yapılarak, elektrik enerjisi üretilmiş, Arifiyede balıkçılık yapılmış, Akçadağda kayısı bahçeleri yaratılmıştır. Tonguçun önderliğinde toplam yirmi bir Enstitü açılmıştır. Her Enstitünün ekim alanları, işlikleri, hayvanları, bahçeleri vardı.Enstitüler bölgelerine göre çeşitli üretimler yapmışlar ve çevrelerine örnek olmuşlardır. Bu işleri ikinci Dünya Savaşının kötü koşullarında yapmışlardır. Kendi yağları ile kavrulmuşlardır. Devletten aldıkları destek azdır. Bu yüzden, Enstitü mezunları, bulundukları her ortamda farklı olduklarını göstermişler, öne çıkmışlardır. En kötü koşullarda bile, yılmamışlar, hayata sımsıkı sarılmışlardır. Hiçbir zaman kolayı seçmemişler, hazırcı olmamışlardır. Her zaman, her yerde, her koşulda üretken olmuşlardır.
KIYIK: İsmet İnönünün enstitülerin açılmasına izin verdiğini, desteklediğini biliyoruz.Hâttâ Ben öldükten sonra arkamda iki önemli şey bırakacağım. Birisi çok partili hayat, diğeri Köy Enstitüleridir, diyor. Fakat, 1946 seçimlerinden sonra desteğini çekiyor. Oysa; Enstitüler yeni serpilmişler, meyveye durmuşlardı. İsmet Paşa, Enstitülere bakışını neden değiştirdi?
KAVASOĞLU: Evet, İsmet Paşa Köy Enstitülerinin açılmasına önayak olmuş; maddi, manevi destek vermiştir. Enstitüleri sık sık ziyaret etmiş, yemeklerini yemiştir. Okulsuz köylerimize, üç sınıflı eğitmenli okullar açıldığı zaman, çok anlamlı bir değerlendirme yaparak; Köylerimiz beş yüzlük değil ama, üç yüzlük mumlarla aydınlandı, demiştir. Enstitüler İnönüyü baba saymışlar ve büstünü yapmışlardır. Bugün Enstitülerin müzelerine gittiğinizde, İsmet Paşanın büstünü görürsünüz. CHP içinde Köy Enstitülerinin açılmasına daha baştan karşı çıkan çok sayıda milletvekili vardı. Yasa güçlükle çıkarılmıştı. Enstitülü öğretmenler köylere ışık oldular. İlk kez Aliler, Fatmalar, Hasanlar okula alındılar. Köylüler uyanmaya başladılar. Bu durumdan toprak ağaları, şıhlar rahatsız oldular. İsmet Paşaya baskı yaptılar. Çünkü, CHPnin yönetim kadrosunda çok sayıda toprak ağası vardı. İsmet Paşa, Çiftçiyi Topraklandırma Kanununu çıkardığı halde uygulayamadı. 1946 seçimlerinde CHP oy kaybetti. CHPden kopan Demokrat Parti, ilk kez Meclise girdi. Köy Enstitülerine karşı ağır ve haksız suçlamalar yapıldı. İsmet Paşa, daha fazla dayanamadı ve Enstitülerden desteğini çekti. Köy Enstitülerini destekleyen Şükrü Saraçoğlunu Başbakanlık görevinden aldı. Başbakanlığa sağ kanadın temsilcisi Recep Pekeri atadı. Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındılar. Yeni atanan görevliler de, Enstitü müdürlerini görevlerinden aldılar. Bu dönemde ilk kez Cumhuriyetin temel ilkelerinden tavizler verildi. Din dersleri milli eğitim programına bu dönemde girmiştir.
KIYIK. Köy Enstitülerinin 17.000 öğretmen, 8.000 eğitmen, 3.000 tarım teknisyeni ve sağlıkçı yetiştirdiklerini; köylerimizde binlerce okul açtıklarını, ormanlar yarattıklarını, ilk kez sağlık hizmeti götürdüklerini biliyoruz. Enstitüler kapatılmasalardı, ülkemize daha ne gibi katkıları olurdu? Bir değerlendirme yapar mısınız?
KAVASOĞLU: 1936 yılında açılmış olan eğitmen kursları, Köy Enstitülerine bağlı oalarak sürmüştür. 1946-1947 yılına kadar 8000 eğitmen yetiştirilmiş, küçük köylere üç sınıflı 7.000 eğitmenli okul açılmıştır.Bu süre içinde eğitmenler,200.000in üstünde öğrenci yetiştirmişlerdir. Onlara iyi derecede okuma yazma öğretmişler ve çeşitli beceriler kazandırmışlardır. 1933-1934 yılında tüm köy okullarındaki toplam öğrenci sayısnın 320.000 civarında olduğu göz önüne alınırsa, başarının büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Altı yıl gibi kısa sürede, Türkiye genelinde dengeli bir dağılımla 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Bu Enstitüler Türkiyeyi aydınlatan birer meşale gibiydiler. Her Enstitü eğitim kurumu olmasının yanında, kültür, sanat, teknik merkeziydi. Döner sermayesi olan birer işletmeydi. Enstitüler, 17000 öğretmen, 3000 sağlıkçı ve tarım teknisyeni yetiştirmişlerdir. Bu öğretmen, sağlıkçı ve tarım teknisyenleri ülkemizin köylerine birer arı gibi dağılmışlar, köylüye her alanda yardımcı olmuşlardır. Köylerimize giren ilk aydınlarımızdır onlar. Köy Enstitüleri kapatılmasalardı, en geç 1956 yılında ülkemizin öğretmen ve okuma- yazma sorunu çözülecekti.Okulsuz köy kalmayacaktı. Tabandan gelen bir baskıyla da, sekiz yıllık eğitime 1970 yılında geçerdik. Bugün hâlâ ülkemizde 5 milyon yurttaşımız hiç okuma- yazma bilmiyor. Mesleği olmayan milyonlarca insanımız var. Ülkemiz terör ve irtica sorunları ile boğuşuyor. Bu sorularımızın hiçbiri olmazdı. Tam tersine eğitimli, meslekli, üretken, sağlıklı ve mutlu yurttaşlarımız olurdu. Kişi başına düşen milli gelirimiz Avrupa ülkeleri seviyesinde olurdu. Avrupa Birliğine gireceğiz diye de,çırpınmazdık.
KIYIK: Köy Enstitüleri projesinin, ülkemizin okur- yazarlık sorununu çözmesinin yanında, feodal yapıyı(aşiret düzenini) tasfiye etmek gibi bir misyonu da var mıydı?
KAVASOĞLU: Elbette vardı. O yıllarda halkımızın %80i köylerimizde yaşıyordu. Halkımız eğitimsizdi, okuma- yazma bilenler parmakla gösteriliyordu. Köylerimizde yaşayan bu insanlarımızın büyük çoğunluğunun toprağı yoktu, ya da azdı. Mevcut topraklar özellikle Doğu ve Güney Anadoluda ağaların ellerindeydi.Ayrıca tarım ilkel usullerle yapılıyordu. Üstelik milli gelirimizin büyük çoğunluğu köylülerimizin yaptığı üretimle yaratılıyordu. İnsanlarımızın düşüncelerini değiştirmek, geliştirmek için, öncelikle okutmak ve modern tarımla tanıştırmak gerekiyordu.Sağlık hizmetini ayağına götürmek gerekiyordu. Bu çalışmalarla feodal yapı tasfiye edilmese bile, çatlatılacağı kesindi. Bu nedenlerle, Köy Enstitülerinden ilk rahatsız olanlar toprak ağaları, şıhlar olmuştur.
KIYIK: Enstitülerde dünya klasiklerinin okunup, tartışıldığını biliyoruz. Oysa, ülkemizde hâlâ 6 kişiye bir kitap düşüyor. Enstitüler bu okuma alışkanlığını nasıl kazandırdılar?
KAVASOĞLU: O dönemde, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel Dünya klasiklerini Türkçeye çevirtti. Bu kitaplar okullara dağıtıldı. Her Enstitünün bir kitaplığı vardı. Öğretmenlerimiz önce kendileri okurlar, bize de okumamızı öğütlerlerdi. Tonguçun çantasında kitap bulundurduğu ve her gittiği yerde okuduğu söylenirdi. Okumadan gelişemeyeceğimiz her fırsatta bize anlatılır, sezdirilirdi. Derslerin dışında okuma saatlarımız vardı. Okur ve okuduklarımızı topluca tartışırdık. Okumanın erdemli bir davranış olduğu bize kavratıldı. Çoğunluk okuyunca, okumamak imkansızdı. Okuyanlar konuşuyor, okumayanlar susuyordu. Bu yüzden herkes okumak zorundaydı. Her öğrenci ayda bir kitap okuyup, inceliyordu. Okumayı, yazma takip etti. İyi yazılar okul dergilerinde yayınlanıyordu. Her Enstitülü yüz elli klasik okuyarak mezun olmalıdır, diye bir geleneğimiz vardı. Bu nedenle Köy Enstitülerinden çok sayıda yazar ve bilim adamı yetişmiştir.
KIYIK: Köy Enstitüleri için; Amerikalı ünlü eğitimci Prof. Dr. Jonh Dewey hayalimdeki okullar dedi; UNESCO özgün adıyla geri kalmış ülkelere tavsiye ett; Yabancı bilim adamları doktora tezi olarak aldılar;İsviçrede pedagoji ansiklopedisine girdi. Biz kapattık. Neden?
KAVASOĞLU: Her Köy Enstitülü; ışık olup, aydınlatmak üzere geldiği köyüne dönüyordu. Bu aydınlanmadan, başta toprak ağaları, şıhlar din sömürücüleri rahatsız oldular. Karalama kampanyası başlattılar. Komünistlikle suçladılar. Kızlarla, erkekler aynı yatakhanede yatıyorlar, bile dediler. Oysa Enstitülerde, kız-erkek ilişkileri çok sağlıklıydı. Hoş olmayan davranışlara hiçbir zaman izin verilmemiş, hoşgörü gösterilmemiştir. Tam tersine, karma eğitimle öğrenciler daha da sosyalleşmişlerdir. Bu alışkanlıklarını hayat boyu devam ettirmişlerdir. Özellikle Demokrat Partililer her gittikleri yerde, Komünist yuvalarını kapatacağız, demişlerdir. Köy Enstitülerine karşı kıyım 1946da başlamıştır. Demokrat Parti de, 1952 yılında kapatmıştır. Ne yazık ki, Enstitüler kapatılırken, İmam Hatip Liseleri açılıyordu. Yönetici ve varlıklı sınıfın çocukları okuyabiliyorlardı. Köylünün çocuklarının okuyup, aydınlanması istenmiyordu. Gerçek ve gizli amaçları buydu.
KIYIK: Bir Enstitülü olarak, bugünkü eğitim sistemimizi değerlendirir misiniz?
KAVASOĞLU: Şu andaki eğitim sistemimizin teorik düzeyde kaldığını, pratik ve gerçek yaşam tarafının eksik olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizde, özgüven eksikliği, kendini ifade etme yetersizliği görüyorum. Bunun temelinde okuyamamaları, spor yapamamaları, güzel sanatlarla ilgilenememeleri yatıyor. Çünkü, çocuklarımız üniversiteye girebilmek için, dershanelere gitmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini geliştirecek sosyal etkinlikler için zaman bulamıyorlar. Çocukluk çağlarında oyun bile oynayamıyorlar. Tonguçun bir sözü var; Oyun alanları derslik kadar; oyun araçları da, ders araçları kadar önemlidir, diyor. Geleneksel olarak, yüz yıllardır oynadığımız; seksek, birdirbir, saklambaç, evcilik, körebe, yağ satarım bal satarım gibi oyunlarımız unutulmaya yüz tuttu. Çocuklarımız bu eğitim sisteminde çocukluklarını yaşayamıyorlar. Eğitim sistemimiz hem ezberci, hem de hareketsiz. Çocuklarımız bu sisteme kurban ediliyorlar. Cep telefonu, bilgisayar kullanmaları ilerledikleri, geliştikleri anlamına gelmiyor. Hazır olarak kullanılan teknolojinin, yaratıcılığı körelttiğini düşünüyorum. Cep telefonu ve internet kullanımından bu yana, okuma ve yazmaya ilgi kalmadı. Bakın, gençlerimiz Türkçeyi iyi kullanamıyorlar. Başarının çalışmaktan geçtiğini bilmiyorlar. Hedefe kısa yoldan ulaşmak istiyorlar. Hayata hazırlıklı yetiştikleri konusunda endişelerim var. Hata; çocuklarımızda, gençlerimizde değil, eğitim sistemimizde. Bunların yanında onların açık sözlü, güler yüzlü olmalarını, kendilerini sevmelerini takdir ediyorum, onları seviyorum.
KIYIK: Son olarak, söyleyeceğiniz bir şey var mı?
KAVASOĞLU: Köy Enstitüleri on beş yıllık bir projeydi. Yani, on beş yılda Türkiyenin okur-yazarlık ve öğretmen sorununu çözecekti.Çok iddialı bir projeydi. Sadece bir yıl opsiyon istemişlerdi. Üstelik, seksen yılda, seksen milyona yapılacak bir projeyi; on beş yılda, otuz milyona yapıyorlardı. Köy Enstitülerinin üstünden yetmiş yıl geçtiği halde, hâlâ tartışılıyor. Ünesko, 1997 yılını Hasan Âli Yücel yılı ilan etti. Bu da Enstitülerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türkiye için kırılma noktasıdır. Türkiye ogün kaybetmiştir. Soruyorum; bugün ülkemizde, özel okullar da dahil; kaç okulumuzda her öğrenci bir ensrüman çalıyor, sporun bir dalıyla uğraşıyor, güzel sanatlarla ilgileniyor, yöneticisini kendisi belirliyor? Türkiyede böyle bir okul var mı? Öğrencilerin, beden eğitimi derslerine girmemek için rapor aldıklarını duyuyorum. Bu gençlerimizin beden ve ruh sağlıkları gelişebilir mi? Yazık oluyor çocuklarımıza, gençlerimize. Geçenlerde, televizyonda izledim. Bir üniversitenin edebiyat fakültesi dekanı diyor ki; Fakültemize birincilikle giren öğrenciye, törende konuşma görevi verdim, üzülerek söylüyorum, konuşamadı; diyor. En kısa zamanda, ülkemizin yetişmiş eğitimcilerini toplayarak, eğitim sistemimizi tartışmalıyız. Günümüz koşullarına uyarlamalıyız. Programı; teorik, pratik ve hayat dersleri olarak ele almalıyız. Matematik,fizik kadar; edebiyat, spor ve müziğin de gerekli ve önemli olduğunu bilmeliyiz. İnsan ilişkileri sağlıklı, yaşamayı seven, yaratıcı ve mutlu bireyler yetiştirmenin ancak böyle mümkün olacağını bilmeliyiz.
KIYIK: Efendim; zamanınızı ayırdınız, sorularımı içtenlikle yanıtladınız. Size ve eşiniz Hanım Efendiye çok teşekkür ederim. Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
KAVASOĞLU: Biz de teşekkür ederiz.İyi günler dileriz. 23 ŞUBAT 2010