Türkiye-Suriye savaşı belli bir boyut kazandı. Ancak her nekadar toplar havada uçuşsada, henüz savaş niteliği kazandı denilemez. Onların top atışları ya da bizim tezkeremiz açık savaş ilanı sayılabilir fakat yine toplum olarak olayları tarihi, siyasi ve insani süzgeçten geçiremeden, bazı ani çıkışlar yapıyoruz ve saman alevi gibi sönüyoruz.
Evet, yaşananlar insani açıdan içimizi burkuyor. Ancak; ne savaşmak ne de savaşmamak, tek taraflı vicdana yüklenemez. Bu olgu çift taraflıdır. Bu sebepten, Suriyeye girmeliyiz diyenlerde, girmemeliyiz diyenlerde, olayları her iki taraftan ayrıca tarihi, siyasi ve insani boyuttan değerlendirmelidir.
Tabi geldiğimiz noktada, zamanlama açısından, iktidar sahiplerinin Suriye ile tutarsız ilişkileri dikkat çekiyor. Geçtiğimiz yıllarda, neredeyse beraber tatil yapan iki devlet yöneticisinin, bugün karşı karşıya gelmesi son derece ilginçtir. Oysa Suriye lideri, geçen sene tatil yaparken kim ise bugünde aynı kişidir. Bir adım önceye gidelim, o zaman da şöyle bir handikap oluşuyor. Geçen sene başbakanın beraber tatil yaptığı Suriye lideri, bugün olduğu gibi geçen senede, terör örgütü PKKya destek veren devlet liderinin ta kendisiydi. Ozaman biz savaşa hayır yürüyüşü yaparken, sanırım biraz geç kaldık. Çünkü vakt-i zamanında bu yakınlığa da hayır yürüyüşü yapmalıydık. Yani sözün özü tezkere kararı, PKKya destek veren Suriye için terörle mücadele kapsamında, tedbir gereği ve stratejik açıdan, şuan değil, önceden çıkarılmalıydı. Şahsen, bu düşünce çerçevesinde tezkereye destek verebilirdim çünkü o zaman bu bir güvenlik sorunu anlamına gelecekti. Ancak, dün tatil yaptıklarımızla bugün savaşacaksak ve o devlet, dünden bugüne PKKnın destekçisi olacaksa, burda durup biraz düşünmemiz gerekir. Askerlerimin şehit edilmesine bİr sebepten neden olan ülkeye, kararlı bir tutum gereği tezkereye evet ancak, varolan PKK desteğini bilip müdahale etmeyen, üstelik canciğer dost olan ve sırf Amerikanın büyük ortadoğu projesine taşeronluk yapmak için çıkarılan tezkereye hayır diyorum. Hele ki; bu olası müdahaleye sebep olarak Suriyenin kendi iç meselelerini göstermek saçmalığın ta kendisidir. Kaldı ki;i Suriyenin ülke güvenliğini tehdit eden isyancılara açık destek vermek, tamamen bir savaş sebebidir. Bu bağlamda ülkemize atılan bombaların sorumlularını sınırın dışında aramak son derece yersizdir.
Ve tabiki, olası bir savaşta sınırlarımız dışındaki toprağımız olan Süleyman Şah türbesini ve orda nöbet tutan askerlermizi de unutmamamız gerekiyor.
Yılmaz Özdilin yazısında değindiği gibi; sınırlardaki mayınların sadece Suriye tarafının temizlenmesi ve Suriye boyunca var olan sınırımızda sadece birkaç kilometrelik mayınlı bölümünün temizlenmesi ve bu birkaç kilometrelik sınırın Akçakaleye denk gelmesi, son derece düşündürücüdür.
Evet savaş kararları kolayca verilecek kararlar değildir. Hele ki; dünya tarihi savaşların acı bilançolarıyla doluyken. Ve bu kararları verirken, ömrünü cephelerde harcayanlara kulak vermek gerekir. Bunun en güzel örneği atamıza aittir. Memleketin dışında olduğu kadar içindeki düşmanlarla da savaşmasına rağmen, vatanımızı, onurumuzu ve kimliğimizi kurtardıktan sonra milletimizi, hırsları uğruna yeni savaşların eşiğine taşımamıştır. Ve tüm dünya bizi yok etmek için beklerken ve de milletimiz en ağır acılardan geçmişken, atamız büyük bir olgunlukla savaşın gerekmedikçe bir cinayet olduğunu belirtmiş ve o meşhur yurtta sulh, cihanda sulh sözünü söylemiştir. Bu deneyim, bu tutum ve kararlılık, günümüz yöneticilerinin yerli yersiz verecekleri bir örnek değildir. 1920lerin Türkiyesi, gerekenlere gereken dersi verecek ve bunun yanında dünyaya da örnek olacak bir Türkiyedir. Ve bugün savaş kararı verecek kişilerin, 89 yıllık devletin onurunu sırtlanacakları ve tarihin sayfalarına verdikleri kararla geçeceklerini unutmamaları gerekir.