Seçme günü yaklaşıyor. Adına demokrasi dediğimiz ancak kimsenin de tam anlamda memnun olmadığı bir ortamda ülkeyi yeni dönem için yönetecekleri seçeceğiz. Bu seçim aynı zamanda toplumun da birer aynası olacak.
Önümüze getirilen adayların yüzde 90ı parti başkanlarınca belirlenmiş adaylar. Yani tabandan tavana bir geliş yok. Partiler içerisinde demokrasi ne kadar ise, ülke demokrasisi de o kadar olacak. Belirlenmiş adayları güya demokratik ortamda halk belirleyecek. Oysa halkın belirlediği kim, kimler? Önceden belirli olan adaylar mı?
Parti başkanı sus deyince susacak, konuş deyince konuşacak. Eller, bir dudaktan çıkacak sözlerin doğrultusunda inip kalkacak ve bizde buna demokrasi diyeceğiz...
Seçim günü yaklaşıyor. Anlaşılıyor ki, AKP ve sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hırçınlaşmış. Tüm ülkedeki vatandaşları kucaklayacak bir söylem yerine, milliyetçi, muhafazakar bir söylem var. Başbakan her gün bağırıp çağırıyor. Sanırsınız ki hünkar, padişah! O ne diyorsa doğru. O ne diyorsa karşılık verilmeyecek. Eleştirmek yasak. Düne kadar reformist kimliği ile ortaya çıkan sayın başbakan, bugün bakıyorsunuz militarist.
Sayın Başbakanın bir konuşmasında "parasız eğitim" isteyen çocuklar (HALEN DAHA TUTUKLU YARGILANIYORLAR) 15 aydır tutuklulukları devam ediyor. Hani hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu değiştirirken bu ülkede yargı reformu yapılıyordu. Demek ki reformu kağıt üzerinde değil öncelikle kafalarda yapmak lazım. Dünyanın en iyi yasalarını da çıkarsanız, eğer uygulayıcılarınız uzak görüşlü, ileri görüşlü değil ise yasaların bir anlamı kalmıyor ve demek ki öyle adına reform demekle reform olmuyor. Önce yargımızdaki tutucu zihniyeti özgürlükçü bir zihniyete çevirmemiz gerekiyor. Yoksa sadece öğrenci olan, parasız eğitim isteyen çocukları, 15 ay tutuklu tutmanın anlamı ne?
Hani nerede insan hakları, özgürlükleri? Hani nerde masumiyet karinesi, hani nerde adalet, tutuklamanın peşin cezaya dönüşmemesi hali? Hani nerde demokrasi, eşitlik? Hopada halk protesto gösterisinde bulunuyor, polis biber gazı ile orantısız güçte bulunuyor, bir vatandaşımız biber gazının tetiklemesi ile kalp krizi geçirip ölüyor, bir polis yaralanıyor, sayın başbakanın dediği ise eşkıya şehre inmiş Oysa ekranlardan izliyoruz. Protesto edenler öyle eşkiyaya benzemiyor. sadece derelerini, çaylarını, nehirlerini kısaca doğalarının birilerine peşkeş çekilmesini istemiyorlar. Göstericilere yasa dışı örgüt üyesi muamelesi yapmak demek, bu ülkede özgürlükleri kısıtlamak demektir. Bu durumu her gösteriye uyguladığınızda tam anlamı ile bir militarist ortam yakaladınız demektir.
Sayın Başbakan, muhalif olan sayın akademisyen-yazar Nuray Merte hakaret ediyor. Ana muhalefet parti Başkanına hakaret ediyor, The Economist Dergisine veriyor, veriştiriyor. Kendisine ya da AKPye muhalif olan nerede ise herkese bir takım hakaret içerecek kelimeler kullanıyor.
Bu ortamda insan düşünmeye ya da yazmaya korkuyor. Maddi olmasa da, manevi bir baskıyı içten içe yaşamamak mümkün mü? Baskı sadece kafaya jop vurmakla olmuyor. Kötü olan, manevi baskı, içten içe yaratılan korku... ki buna da korku imparatorluğu deniyor. İnsanlar susturuluyor. Sayın Başbakandaki bu ruh halini anlamak zor. Oy oranı düşüyor diye bunu yapıyor ise, bağırıp çağırmakla oyunun artacağı meçhul. İki dönemdir iktidarda olay bir siyasi parti ve bu parti başkanının ve adaylarının bizce daha duyarlı ve kapsayıcı olması gerekir.
Yoksa bu söyleme baktığımızda ülkemizde diktatörlük heveslilerin ortaya çıktığını anlamak o kadar da zor olmasa gerek. TBMMni yüzde 10 seçim barajı ile emek, özgürlük, demokrasi renklerine kapattıktan sonra şimdi dayatılmak istenen, ya kör topal bir demokrasi, ya AKP mi?
Üçüncü bir yol yok mu? Halk nerede?