GİDEN GİDER, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR...

FARUK HAKSAL

Genelkurmay Başkanımızın veda mektubu emekliye ayrılma iradesinin gerekçelerini içermektedir.

Sayın Koşaner bu gerekçeleri şu maddeler halinde kamuoyunun bilgisine açıklamaktadır:

1.- Şu anda 173‘ü muvazzaf, 77‘si emekli olmak üzere 250 general, amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş, hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi mümkün değildir.

2.- Bu durum, birçok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır.

3.- Haklarında henüz hiç bir kesin yargı kararı olmamasına rağmen tutuklu bulunan 14 general, amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tehdit edilmesinin yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura‘da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmıştır.

4.- Soruşturma ve uzun süreli tutuklamaların bir amacının da TSK’nın sürekli gündemde tutularak kamuoyunda bir suç teşkilatı olduğu izleniminin yaratılmaya çalışıldığı, bunu fırsat bilen yanlı medyanın da her türlü yalan haber, iftira ve suçlamalarla yüce ulusumuzu kendi silahlı kuvvetlerine karşı tavır almaya teşvik ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

5.- Bu durumun önlenememesi ve yetkili makamlar nezdinde yapılan girişimlerin dikkate alınmaması Genelkurmay Başkanı olarak personelimin hak ve hukukunu koruma sorumluluğumu yerine getirmeme engel olduğundan, işgal ettiğim bu yüce makamda göreve devam etme imkânını ortadan kaldırmıştır.

Sıralan bu gerekçelere hak vermemek elde değildir.

Ancak düşüncemize göre bu gerekçeler, görevden ayrılmanın değil; ayrılmayarak mücadele etmenin gerekçeleri olmalıdır… Ya da olmalıydı!

Mücadelenin güç koşulları bir askeri ve hele hele TSK’nın en üst makamını işgal eden bir genelkurmay başkanını hiçbir zaman cepheden tamamen çekilmeye sevk etmemeliydi.

Bugün görünen odur ki, Atatürk ilkelerine, tam bağımsızlığa, üniter devlet ilkesine, laik ve sosyal hukuk devleti idealine gönül bağlamış hiç kimse, ordumuzun en üst komutanlarının, başta genelkurmay başkanları olduğu halde mücadele meydanlarını terk edip, evlerinin yolunu tutmuş olmalarına inanmak istememektedirler.

Bir yenilginin mutlaka nedenleri vardır.

Bu nedenler haklı ve güçlü de olabilir.

Ama zaferler, o nedenleri yaratan koşullara rağmen kazanılır.

Güçlükler karşısında koşulları ileri sürmek içinde yaşadığımız yakıcı süreçte geçerli ve inandırıcı nedenler olarak kabul göremez.

Çünkü koşullar ne kadar güç olursa olsun, “muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!..”

Biz bu nitelikteki bir inançla yetiştirildik.

Bunu öğrendik, böyle inandık!

Biz Devlet’in okullarında Türk Milli eğitim felsefesinin hedefleri doğrultusunda eğitildik…  Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı aydınlanma çığırın ardından sızan ışıkla geliştik, yetiştik…

“Ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz,” marşını gür seslerimizde haykıra haykıra bu günlere geldik, bu bilince eriştik…

İşte bu nedenle bizi yakıp/ yıkmadan bu ülkeyi ezip geçemezler…

Çünkü biz, her sabah sevgili öğretmenlerimizin önderliğinde bunun için and içtik…

Ve buna yemin ettik; iman ettik!

Size “uğurlar olsun,” Sayın komutanlarımız…

Giden gider, kalan sağlar bizimdir…

Ve sonunda, “Bulunacaktır kurtaracak bahtı kara maderini…!

Hiç şüpheniz olmasın!