EKRAN, DÜNYA ve KADERİMİZ…

FARUK HAKSAL

 

Her şey birbirinin aynı, basit, kolay, sıradan ve yavan olacak…

Seyredilen filmler [ya da diziler] vıcık vıcık ve yavan yaşamları aktaracak.

Kırk yılda bir de olsa okunan romanlar da tıpkısının aynısı bir nitelikte olacak.

Şiirlerin ise, kafiyeyi tutturması yeterli, ayrıca yine vıcık vıcık, basit, sıradan ve yavan olacak…

Tıpkı yaşanan hayatlar gibi sıradan, bayağı, tek düze ve sığ…

O küçücük dünyalarda nitelikli bir sevince, nicelik oluşturan bir öfke ve neşeye yer yok!... Gerek de yok.

Sevinç, öfke ve neşe!..

İsmin beş hali gibi, ruhun varlık sebepleri bunlar: Neşe, öfke ve sevinç!

Renkli camlı ekranın temel görevi insan ruhunun varlık nedenlerini eskitmek, eksiltmek ve sonuç olarak sıfıra yakın bir yerlerde kazığa bağlamaktır.

Onun için renkli ekran, bu değerleri ıska geçerek sunar izleyicilerine.

Kalabalıkların kültürel çıtalarına göre yeniden şekillendirir Dünya’yı… Ve adına “haber Bülteni” der…

Oysa, Dünya böyle değildir!

Hayır, Dünya bu kadar yavan, bu kadar bayağı ve bu kadar sıradan değildir…

O’nu izleyicilerinin düzleminize indirgeyerek yine onlara yansıtanlar, aslında, izleyicilerinin önüne kendilerini seyretmeleri için birer ayna koymaktadırlar…

Ama nafile…

Çünkü ekran budalası izleyici, o aynada kendisini görmek yerine, benzerlerinizin acıklı haline bakarak, “Şükür Yarabbi”, diyebilecek bir divanelik içindedir.

Çünkü o biçare izleyici, kendini bilip/görmez bir deniz içindedir…

Ve onun için nafiledir.

Ve sürekli olarak sadece kendisini izleyen bir kuş beyni tarafından yönetilir.

Kendisini izler, renkli camdan medet umup izlediği dizilerde kendisi gibileri dikizler ve için yuvarlandığı hayata teğet geçerek sürdürür yaşamını…

Renkli camın haber programlarında da ya tecavüz ya dedi-kodu ya da manken totosu izler durur/bakar durur ve seyreyler önünden hızla geçen trenin vagonlarını birer birer, biteviye…

Ve toplumun önemli bir kesimi yaşamı böyle kenarından seyretmesini sürdükçe [sevgili yurttaşlarım,] bizler de yaşamı, olağanüstü güzellikleri ile değil, önümüze serilen bir çile olarak çekmek külfetinden kurtaramıyoruz kendimizi bir türlü…

Oysa [sevgili arkadaşım] sen, her şeyi basite almasan böyle… Filmleri bir dizi tembelliği içinde seyretmesen örneğin… Kitapları kapaklarının dışından seyretmesen… Ve bu ülkenin halini izlesen haberlerin içinden ve düşünsen nedenini ve niçinini olup-bitenlerin…

İşte o zaman tez elden firar eder tarikat erbabı bu ülkeden… Yatsıdan önce kılınır namazı geri düşüncelerin…

- Nasıl bilirdiniz?

- Kötü bilirdik!

İşte o zaman biz bu kaderi hep birlikte, anca ve kanca beraber değiştirmenin yolunu işte böylece bulabilirdik…

Ve ülkemizi tekrar dirliğe, düzenliğe ve aydınlığa ulaştırmanın düdüğünü çalabilirdik