4-18 Aralık günlerinde Söke’deydim. 30 yıl Sökelilikten sonra Ankara’ya taşındım. 1977’de geldiğim Söke’den sonra, 2007 yılında Ankaralı oldum. Şu anda 9 yıldır Ankara’da yaşıyorum.
Ancak Ege’ye ilk gelişimde -1977’den 1983-84 yıllarına kadar- bulunduğum Doğu kültüründen arınıp, yani önyargılarımdan kurtulup, Ege kültüründeki farklılığı görememiştim. Bundan sonra başta davranışlarımda olmak üzere, söylemlerimde ve yazılarımda farkındalığın ayrıcalığı ile kendimi oldukça zinde hissediyordum.
Örneğin kan bağı bizinden türdeş ortaklığına rota çevirirken, başta yakın çevremdeki açmazlıkları da irdelemeye başlamıştım. Hatta örgütsel anlamda bulunduğum sendika, dernek vb. organlarda kan bağını ve ahbap-çavuş ilişkisini de bırakmaya çalışıyordum. Ama bu durum geniş çevreye hatta evrensel değerlere bakmamı sağlarken, yakın çevrem ve örgütsel anlamda bile ahbap-çavuş ilişkisi ile bulunduğum parti, dernek, sendika vb. yerlerdeki kardeş, arkadaşlar bile tırsımaya, birer birer yollarını ayırmaya başlamıştı.
Bundan sonra 2007’e kadar yakın çevrem başta olmak üzere zihinsel örgülenmedeki edindiğimiz tüm yanlışları birer birer kökten söküp yerlerine mantık süzgecinden geçirip evrensel değerlerce teyid ettiğim doğrularla davranış oluşturduğumda, gruplar halinde kopmalar da başlamıştı.
Hele bu anlamda insanı var eden akıl ve sevgi kavramlarının yanına bilimsel düşünceyle üçlü bir sac ayağı oluşturduğumda büyük gürültüler çıkarmaya başlamıştı. Bana, sivri dilli olma, insanların açıklarının bu kadar üzerine gitme, her zaman onlara kaçacak bir delik bırak gibi sözlerle kimsenin gerçeklerle yüzleşmesini istemiyorlardı. Hatta “Allah bile insanın karasını yüzüne vurmaz.” diyerek, hırsıza, namussuza, arsıza özellikle de zorbaya göz yum diyorlardı. Bu da bir yakın çevremden, Anne-Baba, kardeş, parti, dernek derken sendikalardaki beraberliklerimin olduğu insanlar hiçte laf etme, bırak onlar hırsızlıklarını da arsızlıklarını da sürdüre dursunlar deniyordu.
Bu durumu Söke gibi ülke düzeyine göre çok yükseklerde olan kültürlü bir çevrede olması, beni rahatsız ediyordu.
İşte 2007 sonunda Ankara’ya gelişimde unuttuğum Anadolu’daki yoz kültürün Söke’yi ikiye katlanan bir zorlukla karşılaşmıştım.
Nasıl ki Söke’ye ilk gelişim 1977’den 5-6 yıl sonra o kültürü anlamaya başlamışsam, büyük çoğunluğu maçolarıyla, kadına bakışlarıyla, siyasetteki şahsi çıkar uğruna kıvırmaları normal saymalarıyla, Ankara da dahi bu doğu anlayışının aynen muhafaza edildiğini görüyordum.
Para, mal ve itibar hırsızlığının tavan yaptığı bu dönem, kan bağı ile birlikte olduğum yakın çevremde bile tavan yapmış, para, mal ve itibar hırsızlığı adına tüm kutsal değerler üzerine yalan yemin edilebiliyordu. Bana da “Vah sana çaldığım havalar” diye kitap yazmak düşüyordu.
Yinede Türk halkının kurtuluşu Ege kültürünü benimseyip, aşmasıyla mümkün olacaktır. Bu da uzunca yıllar alacak gibi görünüyor.