Önümüzde iki önemli seçim var.
Birinci seçim Cumhurbaşkanlığı seçimi, ikinci seçim TBMM'nin seçimi.
Birincisini yani, cumhurbaşkanını TBMM seçecek. İkincisini ise halkımız seçecek.
Bu ikisi de önemlidir. Partililer, bu nedenle 2007 yılını zorlu bir mesai vererek yaşayacaklardır. Şimdi biraz bu iki seçimden sözedelim:
Cumhurbaşkanlığı seçiminde halkımızın rol oynayacağı veya bizim yazarak değiştireceğimiz birşey yok. Bugün muhalefetin, bazı sivil toplum örgütlerinin, bazı basın ve medya guruplarının çıkardığı yaygara bir anlam ifade etmez. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'nın nasıl seçileceği, nasıl yürütme görevi yapacağı, 1982 Anayasası ile belirlenmiş, bu Anayasa'da halkımızın çoğunluğunun oylarıyla kabul edilmiştir. TBMM ise Türk Milleti adına görev yapmaktadır. Yine Anayasamıza göre, bu meclis Türk Milleti'nin özgür iradesi ileseçilmiştir. Demokrasimize, anayasamıza, hukuk devleti ilkelerine uygundur. Bunu tartışmak, sakız gibi çiğnenip, şişirip, balon haline getirip patlatmak, bence hem Anayasa'ya ve hem de milli iradeye saygısızlıktır. Bu makama kim seçilirse seçilsin, yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler anayasaldır. Bu anayasal görev çizgisinden bir milim sapamaz. Saptığı zaman suç işler, gereği hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yapılır. Bence bu tartışma, basında boy boy yazılanlar gereksiz ve aynı zamanda boşboğazlılıktan başka birşey değildir.
Bence ikinci seçim önemlidir. Yani milli iradeyi belirleyecek olan TBMM üyelerinin genel seçimleri. Bu seçimler sonunda meclis aritmetiği ortaya çıkıyor ve bu aritmetik doğrultusunda meclis, yasama, yürütme görevini kullanıyor. İktidar, muhalefet belli oluyor. Bugünkü meclis aritmetiğini değiştirmek, zor olsa da, iyi bir hazırlık ve performansla, iyi slogan ve atılacak olumlu adımlarla olanaklıdır. Bunu da ancak şu anda dargın, bölük pörçük olan merkez sağı toparlamakla mümkün olacaktır. İşte bu noktadan hareketle DYP ve ANAP yaklaşımı, hatta birleşmesi, Türkiye'nin geleceği için çok önemlidir. Neden önemlidir?
Türk demokrasi tarihine baktığımızda, Türk siyasi hayatına iki ana taban hakim olmuştur. Bunların birincisi merkez sol, ikincisi merkez sağdır. Merkez sol CHP ile merkez sağ ise DP ile uygulamalı olarak tabana hakim olmuştur. Merkez sağın ana tabanı, merkez soldan hem fazla ve hem de ekonomik açıdan daha güçlüdür. Merkez sağın % 55'lik, merkez solun % 40'lık tabanı vardır. Geriye kalan % 5'lik ise aşırı uçları, radikalleri temsil eder. Bugün gerek merkez sağ ve gerekse merkez sol bölük pörçük, daha başka bir deyimle darmadağındır. Demokrasi tarihimizdeki sıkıntı, başıboşluk bu parçalanmışlıktan kaynaklanmaktadır. 1960 ihtilali, CHP-DP kavgalarından, 1980 ihtilali sağ-sol kavgalarından doğmuştur. 1960'lı yıllarda merkez sağa Demirel, merkez sola Ecevit uzun süre liderlik etseler de, bir İnönü, Menderes gibi egemen olamamışlardır. 1980 ihtilalinden sonra, merkez sağın süvarisi Özal olurken, merkez sol boşta kalmış, iyice parçalanmış, tek başına iktidar olma şansını kaybetmiştir. Öyle ki Demirel ile İnönü bu iki tabandan ancak bir koalisyon çıkarabilmiştir.
Son seçimde tabanların büyük çoğunluğu bu parçalanmaya, liderlerin inatlaşmalarına tepki olarak AKP'yi iktidar yapmıştır. Ama halk AKP iktidarından umduğunu bulamamış, bugün yeni bir arayış içine girmiştir. Bu arayış ve bekleyiş, merkez sağ ile merkez solun bu bölünmüşlükten kurtulup, iki ana parti olarak yerini almasıdır. Bu halkın ve merkez sağ tabanın özlem dolu beklentisidir.
DYP'nin başında sayın Mehmet Ağar, ANAP'ın başında ise sayın Erkan Mumcu vardır. Bu iki liderin, kendi çıkarlarını bir kenara iterek, elele verip merkez sağı birleştirmeleri Türkiye'nin geleceği için çok önemlidir. Ufukta böyle bir güneşin doğmasından önceki seher ışıklarını görmekteyiz. Bu iki deneyimli parti "ANAYOL" adıyla hayat bulduğunda, Türkiye'de yeni bir dönem başlayacaktır. Taban ise özlediği partiyi bulacaktır. Parti, tabanın felsefesine uygun bir icraat başlatacak, AB ile dünya ile kucaklaşmış bir Türkiye yaratacaktır. AKP, bunu sağlayamadı. Ülkede bir iç savaş varmış gibi kargaşa var. Halk ideolojik kamplara bölünmüş gibi. Hükümetin yandaşı basın Atatürk'e, Atatürkçü Düşünceye, ilericiliğe, Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı gibi saygın görevi başarıyla yapmış kişilere saldırıyor. Bugün sayın Süleyman Demirel'e, "Perişan Süleyman" diyebiliyor, sayfalar dolusu aleyhine yazılar yazıyor. Sayın Sezer, Atatürkçü Düşünce Derneği'ne para yardımı yapmış diye zehir kusuyor. Bugün bir Türkiye varsa, cumhuriyetle yönetiliyorsa, bunun tek sebebi Atatürk ve onun gibi düşünenler değil mi? Hala Osmanlı uşaklığı yapma özentisi olanlar, Atatürkçü Düşünceye, ona gönül verenlere neden bu kadar düşmanlar?
13 Nisan 2007 tarihli gazetelerde boy boy resimleri yayınlanan Tarım Kredi Kooperatifleri Yönetim Kurulu Başkanı İlhami Teke, Başbakan Erdoğan'a üzerinde Osmanlı Tuğrası bulunan koca bir tablo hediye ederken, neden sesleri çıkmıyor? Çıkar mı? Adamların amacı, Atatürkçü Cumhuriyet yerine, Osmanlıca halifelik esasına dayanan şeri devlet kurmak. Buna da adım adım ilerliyorlar. Zaman zaman Atatürk'e, onun silah arkadaşlarına, Cumhuriyetine, ilke ve inkilaplarına, onun ordusuna, ona bağlı görev yapan Cumhurbaşkanlarına dil uzatıp saldırmalarının asıl nedeni, gerekçeleri budur. Sayın Ağar ve Mumcu çok acilen merkez sağı, sayın Baykal ve diğerleri de merkez solu birleştirmek zorundadırlar. Eğer bu işi başaramıyorlarsa, derhal oturdukları koltukları boşaltsınlar. Yoksa ileride daha vahim olaylar yaşanabilir.
Bunun için DYP-ANAP yakınlaşması, önemli bir adım olup, arkası gelmelidir. Erdoğan'a neden Atatürk'ün imzası hediye edilmiyor?