Her ne olursa olsun düşüncelerinden dolayı hiç kimse kimsenin yaşama hakkını elinden almamalıdır.
Dün, Ermeniler'in Asala terör örgütü nasılki insanlarımızı katlettiğinde canımız yandıysa, aynı şekilde de Hrant Dink'in öldürülmesi sonrasında canımız yandı.
En çok canımı yakan ise, işlemediği bir suçtan dolayı Hrant Dink'in ceza alması ve sonrasında da yaşama hakkının elinden alınmasıdır.
Basın mensubu olan Hrant Dink, diğer basın şehitleri gibi düşünce özgürlüğünün (!) bedelini ödedi. 301. maddeden yargılandı ceza aldı, yetmedi hayatını da vermek zorunda kaldı.
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Taner Kışlalı, Çetin Emeç şehitlerimizden birkaçıydı.
Hrant Dink'in Türlüğe ve Türkler'e hakaret ettiğine, aleyhinde sonuçlanan mahkeme kararına rağmen inanmıyorum. Siyasi bir kimliği de olan Hrant Dink, mademki özellikle (!) bu suçu işledi sonrasında kendisini aklamak için üstün çaba sarfetmesi kadar aptalca bir yaklaşım olamaz.
Diyelim ki, Hrant Dink Diaspora'ya hizmet ediyor! Türklüğe ve Türkler'e hakaret etti ve amacına da ulaştı.
«Türklüğe ve Türkler'e hakaret etmedim, ülkemde birlikte yaşadığım insanlara, dostlarıma nasıl böyle bir onursuzluk yapabilirim!» diye onursuzca neden çırpınsın???
Hrant Dink, ülkesini seven bir yurttaş olarak, «gerekirse Fransa'ya gidip Ermeni soykırımı yaşanmamıştır diyeceğim» deme yiğitliğini göstermiştir.
Bu sözlerinden sonra, Diaspora'nın ve de bir çok Ermeni'nin tepkisini çekmiş ve dışlanmıştır. Ancak, «kör ölür badem gözlü olur» misali vurulduktan sonra Diaspora ve işbirlikçilerince değerli olmuştur.
«Türkler 1 milyon Ermeni'yi öldürdü!» diyerek, Nobel ödüllü'ne layık görülen Orhan Pamuk biz Türk milleti için ne anlam taşıyorsa Hrant Dink'te Ermeni milleti için aynı anlam taşıyordu. Taki, öldürülene kadar.
Hrant Dink'in yazdığı yazı nedeniyle yargılanması aşamasında hazırlanan bilirkişi raporunda, böyle bir suç işlemediği belirtilmesine rağmen suçlu bulunması sonrasında yaptığı basın açıklamasını aynen yayınlıyorum.
Yorumu okuyuculara bırakıyorum.
Hrant Dink'in, aldığı
ceza sonrası yaptığı
basın açıklaması
"Yargıtay Ceza Kurulunun hakkımda vermiş olduğu karara kuşkusuz üzülüyorum ama şaşırmadım. Şaşırmadım çünkü Türkiyede yaşayan bir insanım ve bu ülkenin çelişkilerini de gerçekliklerini de çok iyi biliyorum. Şaşırmadım çünkü aynı Yargıtayın önce 1971 sonra da 1974 yılında Azınlık Vakıflarının mülklerini ellerinden almak için vermiş olduğu kararlarda farklı dinden olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını Türk olmayanlar olarak nitelemesinin mağduruyum. Bu kararlar, biz farklı dinden vatandaşların yalnız gayrımüslim değil, bir de gayrivatandaş olduğunu ilan ediyordu. Benim şu aşamada en çok sorguladığım, hakkmda verilen bu kararn ne kadar Toplum adına ne kadar Devlet adına verildiğidir. Bunu önemsiyorum çünkü benim hakkımda en önemli karar toplumun vereceği karardır.
Ben Türklüğü aşağılayan bir suç işlemedim.
İşlemem de; çünkü benim nezdimde bırakın Türklüğü, herhangi bir farklılığı aşağılamak ırkçılıktır ve ırkçılığın kendisi zaten en aşağılık suçtur. Bizim burada yaptığımız da zaten ırkçılıkla mücadeledir. Hakkımda Yargıtay'ın vermiş olduğu karar da göstermektedir ki 301 ve benzeri maddeler demokratik bir Türkiyeye yakışan maddeler olamazlar ve süratle kaldırılmalıdırlar. Bu aşamada Türkiye içindeki yargı sürecinin tamamlanmasıyla birlikte artık elimde kalan son hak olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyu değerlendireceğim. Bu başvuru, benim için bir hak ve olanak olmasının yanı sıra, aynı zamanda ikinci ve belki de daha büyük bir üzüntü vesilesidir. Çünkü kendi ülkemdeki mahkemelerde hukuk bulamadım. Avrupa Birliğinde aramak zorunda kalıyorum.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyorum çünkü bütün bu haksızlıklara rağmen ve bu haksızlıklarla mücadele için bu ülkede yaşamak istiyorum."