(Rifat Serdaroğu)
Dünyada söz sahibi olabilmek için, ekonomik güce sahip olmanın yanı sıra askeri güce ulaşmak, politik güce sahip olmak ve enerji kaynaklarını kontrol altına almak/kaynaklara erişmek de gereklidir.
Bu kriterlere bakıldığında, ABDnin önümüzdeki 20 yıl daha dünyada söz sahibi, önde gelen ülke konumunu koruyacağı görünmektedir. Tunusta başlayan ve domino etkisiyle diğer Arap ülkelerine sirayet eden olayların temelinde bu ülkelerdeki petrol ve yer altı zenginliklerinin rolü olduğunu asla unutmamalıyız! (Irakın işgalinde petrolün esas neden olduğu- Afganistanda gerek yer altı zenginlikleri, gerekse boru hatları ve stratejik konumu da bu ülkeyi ABD için cazip hale getirmektedir.)
Ancak Çinin 2040 yılına kalmadan dünyada yeni bir aktör yani söz sahibi ülke olacağı öngörülmektedir. Çin hükümeti inanılmaz bir seviyede yabancı rezerve sahiptir.(2 Trilyon Dolardan fazla) Dünyanın herhangi bir yerinde, ister düşük maliyetli bir tedarikçi sıfatıyla olsun, isterse bir rakip sıfatıyla olsun, Çinin etkisini hissetmeyen tek iş kolu yoktur.
Her ne kadar Çin son yıllarda ortalama gelirinde çok hızlı bir artış yaşamış olsa da, hala yoksul bir ülkedir. Bu gelirin düzeyi şu an, ABDdekinin 1/8 i kadardır. Çinin kıyı kesimlerinde ve önemli metropollerinde muazzam bir zenginlik göze çarpsa da Batı Çinin geniş kırsalları hala yoksulluğu aşamamış durumdadır.
Bununla birlikte, Çin ekonomisinin gelecek yirmi yıl içinde büyüklük olarak ABD ekonomisini geçeceği öngörülüyor.
Burada ki esas soru şu olmalıdır; Çin liberal, kapitalist ve demokratik dünya sistemiyle pürüzsüz bir şekilde entegre olabilecek midir?
Çünkü Çin sadece ekonomik süpergüç olmakla kalmayacak, kuracağı yeni dünya düzeni, Amerika liderliğinde yaşadığımız dünya düzeninden çok farklı olacak. Çinliler ve hükümetleri farklı bir toplum ve yönetim düzenine inanmışlardır. Bu yapı, bireyci değil-toplum temelli, liberal değil- devlet merkezli, demokratik değil otoriter bir yapıdır.
Çin farklı bir medeniyet olarak 2000 yıllık bir geçmişe sahip, gücünü de buradan alıyor. Batı değerlerini ve kurumlarını kabullenmesi kolay olmayacaktır. Bu nedenle merkezi Çin olan bir dünya düzeni, Batı değerlerini değil, Çin değerlerini yansıtacaktır.
Diğer yandan Çinin 2010 yılı verilerine bakıldığında; milli gelirin %50 sini ihracattan elde etiğini görürüz. Ayrıca milli gelirin %50 sini de tasarruf ettiğini görebiliriz. Bu durumun siyasi olarak sürdürülemeyeceğini ve bugünkü yönetimi ciddi sorunlar beklediği tahmin edilmektedir.
Çin ve ABD arasındaki rekabette güçler dengesini, teknoloji ve innovasyon alanındaki fark belirleyecektir. Üstünlüğü belirleyecek olan geleceğin teknolojileri şu alanlardadır;
*Biotech(tarım ve ilaç sanayi)
*Nanotech(İnşaat, kimya, tekstil, savunma sanayi)
*Neurosicience(Sağlık sektörü)
*Energy(Güneş,hidrojen, özellikle enerji depolama,pil)
*Space(Gezegenler arası seyahat)
Japonya da önemli sorunlarla karşı karşıya kalan gelişmiş ülkelerden biri. Borcu milli gelirinin %200ünden fazla. Büyüme oranı % 0. Nüfus azalıyor ve kişi başına gelir hızla yükseliyor. İthalat ile yaşayan bir ülke, Asyadan hammaddeyi pahalı ithal etmek zorunda ve emek pahalı bir üretim faktörü. Hayat standartları artıyor ancak 15 yıl sonra özel sektör borçlarını ödemede ya da emeklilik fonlarını karşılamada ciddi sıkıntılar yaşaması beklenmektedir.
Avustralya adeta hammadde cenneti durumunda. Çin büyümeye devam ettikçe, Avustralyanın bir sıkıntısı olmayacak gibi görünüyor.
Hindistan büyüme konusunda çok iyi organize olmuş ülkelerdendir. Çeşitli ırkları barındıran bir kast toplumu. Tam çoğulculuk hakim. Bu durum hem avantaj hem de dezavantaj oluşturuyor.
Çin, kendisine en önemli rakip olarak gördüğü Hindistanın yükselişini önlemek için, özellikle nükleer enerji ile ilgili olarak iki ülke arasında kalan Nepal, Bengaldeş, Pakistan ve Myanmarı kendi yanında hareket etmeye zorlamaktadır. Bu konuda yaşanan gerginliğin Asya kıtasında bir savaşa dönüşme olasılığı oldukça yüksek görünmektedir.
Rusyanın siyasi rejim olarak oligarklardan ve mafya örgütlenmesinden yakın bir gelecekte kurtulamayacağı öngörülmektedir. Bir taraftan Avrupa ile yakınlaşmak istiyor diğer taraftan büyük Avrupa projesinin kontrolünü bırakmak istemiyor. Yönetim problemlerini kısa vadede çözmesi beklenmiyor.
Afrika kıtası, şu anda 1 Milyar nüfusu ve %5 büyüme oranı ile önemli bir pazar konumundadır. Nijerya, Gana, Güney Afrika gibi ülkelerle bugün en çok Çin ilgilenmektedir. Genel olarak kıta ülkelerinde yönetimle ilgili sorunlar bulunmaktadır.
Avrupa yaklaşık 500 Milyon nüfusa sahip ve kişi başına gelir açısından dünyada bir numara. Diğer ülkelerde olduğu gibi, burada da en önemli sorun neredeyse her Avrupa ülkesinde kamu borcunun milli gelirin %80 ine ulaşmış olmasıdır. Bu rakam bazı ülkelerde % 600 lere kadar çıkıyor. Özellikle PIGS dörtlüsü(Portekiz-İtalya-Yunanistan-İspanya) denilen ülkeler ekonomik ve siyasi sıkıntılarla uğraşmaktadırlar.
Avrupanın geleceği ile ilgili en önemli iki sorun şudur;
*Kurumsal Yönetişim(Türkiyeyi de ilgilendiriyor) 27+3 ülkeyi yönetmenin zorluğu
*Tek bir mali sistem kurulup kurulamayacağı
Avrupa Birliğinin bir Merkez Bankası var ancak bir Maliye Bakanlığı yok. Oysa Euronun geleceği ve federal bir bütçenin oluşması için Maliye Bakanlığı şarttır.
ABnin birlik olarak bir borcu yoktur, tek tek ülkelerin borcu var.
Değerli okurlar, iki gündür Dünya Ekonomisi üzerinde kısa ve öz olarak bir tur attık. ABD, Çin, Japonya, Avustralya, Hindistan, Rusya, Afrika ve Avrupa ekonomilerinin gelecekleri konusunda, uzmanların öngörülerini yazmaya çalıştık. Bu öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmediğini elbette yaşayarak göreceğiz. Ancak, gelecek 20 yıla ilişkin bu öngörülerin gerçekleşme olasılıkları bugün mevcut durum gerçekleşmeleri ve eğilimlerine bağlı olacaktır.
Bu çalışmanın çok daha genişini Başbakan Erdoğana göndermeyi düşündüm, sonra vazgeçtim.
Hem anlatmakta zorlanacaktım hem de işin sonunda Başbakan Fırçası yemek vardı; Sana ne kardeşim bu işlerden, neden lagara-lugara yapıyorsun, senin bizim yerimizde gözün mü var, hakara-makara yapma, yok öyle beş kuruşa avanta simit, al raporunu da git derlerse ben ne cevap verecektim? Bu yaşta madara olmak da vardı!...
Sonunda, ülkemizin İkinci Leydisi olan Sayın Emine Erdoğanın (Birincisi yani Först Leydi Sayın Hayrünnisa Güldür), Birleşmiş Milletlerdeki konferansından dönmesini beklemeye karar verdim. Dönünce raporu ona gönderirim, inşallah hem kendi okur, hem de sürekli refakatçisi Bakan Bağışa ve ekonomiden sorumlu Bakanlar Babacan ve Mr.Shımshek (Şimşek okunur) Bakanlara da anlatır. İyi ki varsın yenge, sağ olasın! Hısımınız Ethem Sancaka da selamlar, hâlâ kendisine Türk denince utanıyor ve kızıyor mu? Kendisine Arap dersek o da bize kızar mı acaba!....