Farkındamısınız, gazetemiz ne kadar renkli... Her düşünceden yazarlara açık sayfaları. Birbirine benzemeyen insanlarımız, demokratik bir ortamda düşüncelerini özgürce yazabiliyorlar.
En uzun soluklu yazarımız Faruk HAKSAL. Neredeyse hergün aksatmadan yazısını düzenleyebiliyor. Nevzat LALELİ, Özcan PEHLİVANOĞLU.
Şu an Ankarada sanırım. Şeref PINARBAŞI. Bağını koparamamış Sökeden oradan buraya yazısı geliyor. Ve konuk yazarlarımız. Başmüzakerecimiz Egemen BAĞIŞ. Geçenlerde bir yazısını okudum. Biraz, hatta birazdan daha fazla kendi reklamlarını yapıyor gibi geldi bana. Oysa yazar kimliği ile biraz daha objektif ve sorgulayıcı olması gerekirdi. Yeri geldiğinde kendi özeleştirileri ile birlikte yazmalı.
Bu yazıda adlarını belirtmediğimiz yazarlarımız alınmasın. Gazetemizi gazete yapan önemli unsurlardan birisidir yazarlarımız.
Gazetemizdeki bu demokratik ortamın ülke yönetiminde de olması gerekmiz mi?
Seçim arefesinde partiler ve adayları seçmenden oy isterken inanmadıkları sözleri ya da kalıpları, kavramları bile seçim afişlerine almışlar. Ve aynı zamanda çelişkilerini.
Bir partinin adayı seçim reklamlarında, Söke adayına sahip çık diyor. Tamamen hemşericilik kokan bir anlayış. Bir adaya sahip çıkmak için ille de SÖKEli mi olması gerekiyor? Adayın niteliği mi önemli yoksa Sökeli oluşu mu?
Aynı parti ve adayımız, toplum sözleşmesinden, her kesimi kucaklayacak yeni bir AY dan, toplumsal uzlaşmadan söz ederken, aynı zamanda tek millet, tek dil, milli birlik gibi söylemleri ile de nasıl bir toplumsal uzlaşıdan söz ettiğini karıştırıyor.
Tek dil diyerek bu ülkede yaşayan ve farklı dil kullanan insanları dışladığının farkında değil. Ya da farkında ama, kavram kargaşası yaratarak insanların kafalarını karıştırıp oy almaya çalışıyor.
Hem özgürlük ve eşitlikten yana olup, hem de diğer dilleri yetsimek nasıl bir özgürlük anlayışı, nasıl bir toplumsal uzlaşı olabilir ki?
Bence seçmenin Söke adayına değil öncelikle, barışa, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, kardeşliğe ve farklı etnik kökene yada dine yada dile sahip olsalarda bu ülkede özgürce kendilerini ifade etme ve kültürlerini geliştirme haklarına sahip çıkması gerekmektedir.
Öncelikle sahip çıkılacak unsur, silahların susmasıdır. Silahların susması ve barış için daha fazla konuşulması gerekmektedir.
Meydanlarda, ya da halkın içinde terör üzerinden oy avcılığı yapmak yerine, barışı nasıl inşa edebiliriz, ötekileştirdiğimiz insanları yeniden nasıl kazanabiliriz, bu ülkede sömürüyü ve hatta dünyadaki vahşi sömürü ve savaşları nasıl sona erdiririzin konuşulması gerekmektedir.
Toplumu kardeşliğe, barışa yakınlaştırmanın yol ve yöntemlerini bulmamız gerekmektedir.
Her iki yandan da ölenler önce insan, bu ülkenin insanları, adına ne koyarsanız koyun sonuçta akan yine kan. Ağlayan hep analar.
Toplumsal uzlaşı ise Anayasalar, önce anaların gözyaşlarının dindirilmesi gerekir.
Biraz da emek, demokrasi, özgürlük bloğuna kulak vermek gerekmez mi?