DEMOKRASİ ÇİÇEKLERİ

AYŞE KARBUZ

 

 

Bir milletin başına gelebilecek en  büyük  kötülük  susmaya  mahkum  edilmesidir. Biz yıllardır  susmaya mahkum  edildik. Yaşadıkları sürece zamanlarını, öldürüldüklerinde  de  hayatlarını  bu ülkeye  adamış  insanlar  yetiştirdik.  Uğur MUMCU’lar,  Bahriye  ÜÇOK’lar,  Ahmet  Taner  KIŞLALI’lar.  Tek dertleri özgür, bağımsız, şeffaf  bir  Türkiye  idi. Hayatlarını  emperyalizm, derin devlet, mafya, din ticareti ve orta doğuda oynanan  oyunları gözler  önüne  sermeye  adadılar.   Yazdılar, söylediler,  tepki  gösterdiler.  Onlar bu ülkenin gerçek vatandaşları, bu ülkenin kalemden insanlarıydılar.

Vuruldular..

Eğer bir gün gençlerimiz, okyanus ötesinden gelen  ayrıştırıcı  rüzgarlara kapılmayacaksa,  eğer bir gün bu ülkenin  insanları  etnik  kimlik oyununa düşmeyecekse,  ve bir arpa boyu yol alınacaksa  halkların  birliği ve kardeşliği adına,  bu onların  sayesinde olacaktır.

Eğer  yaşıyor  olsalardı  yine  çok  zor  şartlar  altında  vereceklerdi  bağımsızlık  mücadelelerini.  Belki  parmaklıklar  ardında  olacaklardı.  Emperyalist  oyunlara direneceklerdi. Memleket  satılıyor  diye  feryatlar  atacaklardı  kulaklarımızı çınlatarak.  Yoksulluğun  bükemediği  bileklerine  kelepçeler  takılacaktı  belki,  işkence hücrelerinde  sabahlayacaklardı  ama  susmayacaklardı.

Onlar vuruldular

Vicdan  sustu.  Hukuk sustu.  İnsanlık sustu.

Ve  onları  öldürenler   düzenin  kirli  çarklarının  uşaklığını  yapmaya devam ediyorlar.  O kirli maşalar  özgürlüklerini,  namuslarını,  onurlarını  bir  avuç  menfaat uğruna satarken,  uğur mumcular  bir tutam  özgürlüğe ömürlerini  adadılar. Geride kalanlar  için  kendi  kızları  kendi  oğulları  kadar  özgürlük  bıraktılar  bu memleketin  insanlarına.

Giresun’daki  yoksul köylüler  için öldüler, egedeki tütün işçileri,  doğudaki topraksız köylüler için. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler için öldüler  ve  Adana da  paramparça elleriyle  pamuk  toplayanlar için.

Demokrasi can çekişirken derin devletin çıkmaz sokaklarında, her köşe başında ölüm pusu kurmuştu, mum ışığında  adalet arayan kalem savaşçılarına...

Onlar  kalemleriyle  savaş  açtılar  dünyaya.  Ve  bütün  dünya korktu  onların kalemlerinden  damlayan  cesaretlerine.

Oysa  en  kolay  olanıydı  ayırmak,  yıkmak,  parçalamak  ya  da  hizmet  etmek  kir  ve  kan  bulaşmış  düzenin  ellerine.  Zor  olanı  seçtiler. Bir gün   mezarlarında çiçekler açsın, halkları  onları  unutmasın  ve  sesleri  kulaklarında  çınlasın  diye  insanlığın, özgürlüğe  adanmış  bir top  çiçek  oldular  şimdi.

Vuruldular.

Yaşasalardı  binlerce  kez  daha  vurulacaklardı.  Ama  asla ölmeyeceklerdi.  Hiçbir  şey yakmayacaktı  canlarını  failleri  belli  olan  cinayetlerinin      çözümsüzlüğü  kadar.