Bu adam senatörmüş...

 

 

* Baştarafı 1’de

Meclis koridorlarında dillerden düşmeyen bir deyim var. Sonu nereye varacak. Evet… Muhsin Batur bir şeyler anlatıyor.  ‘Genel  Başkana anlattım ima ettim, çıkış yolu için gerekli yöntemi söyledim. Yardımcı olmuyor. Yada olmak istemiyor’ Doğruluk payı büyük. Genel Başkan, Cahit Karakaş için eğilim yoklaması yaptı. Sonuç olumlu çıkmadı. Nafile turlarımız devam etti durdu.

Muhsin Batur’un Senato üyelik süresi de dolmak üzere olduğu hafta başı idi. Beraber olduğumuz bir ortamda ;

-   Gelişmeler var. 1960  da ki gibi olmayacak. Yani meclis dağıtılıp yargılama safhası gibi. 1970 yılındaki gibi hiç değil. O tarihte hükümet istifasını vermiş meclis dağıtılmamıştı. Askerin kontrolünde bir hükümet. İstenen yasal değişikliği evet diyecek meclis.

İçimizden Fahri Dayı,

- Ya nasıl paşam ? dediğinde,

- Ben olmayacakları şekilleri anlattım. Diyerek kestirip attı.

Bu konuşmadan  çok kısa bir zaman geçmişti. Birden 12 Eylül 1980 ile karşılaşıyoruz. Silahlar birden sustu.

İnsanlar sustu. Ölümler bitti sokaklarda. Susmayan, Marmaris’teki ressamdı.

Tutuklamalar, yargılamalar ve infazlar. 18 yaşını bitirmeyen gençler bile idam edildi.

Cezaevlerindeki çoğunluk gençler ve okumuş yazmışlardı. Demokrasinin askıya alındığı  günleri yaşıyoruz. Bu ortamda düşünme ve çare arama olanağı bile yok Sorgusuz sualsiz bir ay, üç ay cezaevinde kalıyorsunuz. Aylarca gece  yarısından sonra dışarı çıktığınızda alacağınız ceza bu oluyordu.

Köylerdeki okul bahçeleri ve cami avluları silah tarlası haline dönüştürüldü.

Köye gelen bir yetkili  ‘İhbar var bu köyde çok silah varmış. Arama yapar yakalarsak ağır ceza alırsınız. Ama yarın gece okul bahçesinde 50 silah toplarsak  arama yapmayız’

Dediği için köy muhtarı köylüyü toplayıp tehlikeyi anlatıyordu. Köylüler can güvenliği için veya babadan kalma silahları cami avlusuna veya okul bahçesine bırakmaktan başka çıkış yolları olmadığı için uygulamayı kabul ediyorlardı.

Çuvallar dolusu kitaplar çöplüklerden dere kenarlarından toplanarak karakollara getiriliyor, zabıtlar tutularak  suç unsura var mı yok mu diye savcılıklara teslim ediliyordu. Kitapların dökümü yapılırken Mustafa Kemal’in Büyük Nutku’nu gördüğünüzde hayretler içinde kalıyorsunuz.

Çizilen bu tablo içinde sokak ortasında kalmıştık TBMM üyeliğimiz bitirilmişti. Borç içindeyiz. Kapıdan dışarı çıkamıyoruz. Emekli olabilmek  için gerekli olan yasal süremiz dolmamıştı. Önceki yıllarda hakimlik ve savcılık görevlerinde bulunmuştum. Emeklilik hakkımı elde etmek yönünden mesleğime dönmek istedim. Avukatlık yapma imkanım yoktu. Borç içindeki bir insan nasıl büro tutabilir, masa sandalye temin edebilir. Adalet Bakanlığına yeniden başvuruda bulundum. Talebim, kurulda bulunan  dört hakimin oyları ile olumlu karşılandı. Bakan ve bürokratları oy vermemişlerdi. Dört ay önce,  Adalet Bakanlığına  gittiğimde makam odalarına çağıran,  sonrasında kapılara kadar çıkarak uğurlayan o yüksek bürokratlar, bakanlık bünyesinde çalışmam için oy vermemişlerdi. Çünkü Senatör’lük  sıfatım kimlik kartımda yazılı bulunan süreden çok önce askerler tarafından son verilmişti. Yüksek bürokratlar korktuklarından oy veremediklerini sonraki  yıllarda  anlatmışlardı.

Trabzon  Savcılığına atanmıştım. 9 Kasım 1980 günü  Trabzon’a ulaştığımda hemşerim Baş Savcı Orhan Özer’le karşılaştım Benim için büyük bir sevinç kaynağı oldu. 10 Kasım törenlerinden sonra öğle yemeği  için şehir merkezindeki askeri sosyal tesislerine  götürdü. Beraberce  yemeklerimizi yedik. Akşam yemeğine de geleceğimizi  görevli subaya söyledi.

Çalışma süresi dolduktan sonra ailemle birlikte Orhan  Bey’in yanında tekrar gittik askeri gazinoya. Uygun bir masaya oturduk. Askerler servisleri açtılar. Bir süre sonra isteklerimizin listesini not edip sonrasında yemeklerimizi getirdiler. Yemek sonrası, kalktık . yol yorgunluğumuz üzerimizde idi. Yatmak istediğimizi söyleyerek izin istedik vedalaştık.

Ertesi günü, ayni tesise öğle yemeğine ailemle beraber gittik. Uygun bir masaya oturduk. Yanımızdan servis dağıtan askerler gelip geçiyor bize servis açmadıklarından sipariş alan da yanımıza uğramıyordu.

‹çimizden,  ‘ Önce subaylara, sonra sivillere servis açılıyor ‘  diye düşündük. Baktık ki  bizden sonra gelen sivil memurlara da servis açıldı. Yanımdan geçen askere seslendim.

- Bize niçin servis açmadınız ? dedim aldığım yanıt ürkütücü idi.

- Yüzbaşı’mın emri var, size servis açamayacağım.

- Yüzbaşı nerededir ?

- Bahçede efendim. Yanıtını aldım. Buz kesilmiştik. Yüzümün kızardığını hissettim.

Aysel’le birlikte kalktık. Dışarı çıktığımda, bahçede  çimlerin arasında sandalyede oturmuş gördüm. Önünde  postallarını boyayan bir asker vardı. Yanına yaklaştım.

-  Bize servis açılmadı sebebini öğrenebilir miyim ?  dedim. Aldığım yanıtı hayat boyunca unutamayacağım. Cebinden sigara paketini çıkaran yüzbaşı, sigarayı ağzına aldı, askerin yakmasını bekledi. Yandıktan sonra sigaranın dumanını bizim yönümüze üşeyerek,

-  Siz Senatör Savcı imişsiniz. Memleketi bu hale getirdiniz.Askeri gazinoda size servis açılmaz. dedi.

Ben hala halkımın içinde karşılıklı  sevgi ve saygı ile yaşamıma devam ediyorum. Kendini üstün ırktan olduğunu zanneden yüzbaşı bilemem ordu kadrosunda hala görev yapıyor mu  ?

Özgürlük ve demokrasi bir gün herkese laz