Bu hafta mevsimlerden bahar olmasına rağmen nedense hava sıcaklığı serin gitmektedir. Hâlbuki geçmiş yılların bu aylarında, yurttaşların birçoğu, bütçelerine göre kırlarda mangal başı yaparlardı. Kimse kimsenin ilgi alanına girmezdi. Her kişi, bütçesine göre harcama yaparak eğlenmeye ve mutlu olmaya çalışırlardı. Yurttaşlar arasında, etnik ve inanç ayrılığı yapılmazdı. İnançta ve toplu yaşantılarda, herkes bağımsız ve birbirleri ile kardeş hane ilişkiler içinde yaşanırdı. Ne çare ki o güzel ve tatlı günler, geride kalmış gibi görünüyor.
Böyle bir ortamda, Zühtü Bey kahvehaneye gitti. Şef Osman onu görünce, bir yığın sitemli sözler söylerken, diğer taraftan da sarmaş dolaş oldular. Zühtü Bey, garsonun getirdiği çayı yudumlamaya başladı. Kahvehane nedense bugün sakinliğini koruyordu. Zühtü Bey, garsonun getirdiği gazeteleri okurken, uzun aradan sonra telgrafçı çıkıp geldi.
- Hoş geldin dostum. Uzun zamandır ortalarda yoksun. Hayırdır bir sorun mu var?
- Sorma dostum. Hatun araba kazası geçirdi. Uzun zaman onunla uğraştım. Şükür ki iyileşti
- Geçmiş olsun üstadım. Haberimiz olsaydı taşın altına elimizi koymaya çalışırdık dedi.
İki arkadaş uzun konuşmalardan sonra konu güncel konulara geldi. Telgrafçı:
- Üstadım Zühtü Bey, bulunduğum yerlerde, edebiyatçılara el üstünde tuttuklarını gördüm. Yörenin edebiyatçıları, o yörenin kültürünü ve edebiyatını ön plana çıkarmışlar. Geçmişten gelen kültürlerini günümüzün kültürü ile harmanlaştırarak, yörelerini dünyaya pazarlıyorlar. Söke de bunu göremiyoruz. Burada, hiçbir kurum ve kuruluş, Sökeli edebiyatçılara önem vermiyor. Söke de, Söke edebiyatına ve edebiyatçılarına önem veren tek bir adam vardır. Sn, Muzaffer İşlekel. Bu kültür ve edebiyat sevdalısı ağabeyimiz, otuz yıldır sponsorluğunu kendisi tarafından yapılmak üzere kültürün çeşitli dallarını temsil eden kişilere davet ederek, güzel ve anlamlı bir gün geçirmelerini sağlıyor. Hadarhakı kardeşlerini de Sökenin kültür bekçileri olmalarından ve evlerine kültür emekçilerine açmalarından dolay, bir edebiyatçı olarak kendilerine ne kadar teşekkür etsek azdır dedi.
Bu sırada çaylar tazelendi. İki arkadaş, kendi dünyalarına daldılar. Masada sükûnet hak-imdi. Zühtü Bey, konu edebiyattan çıkmışken, gazeteci yazar Ali Sarayköylünün kitabından söz açtı:
- Ali Sarayköylü uzun zamandır hazırlık içinde olduğu GÖNLÜM ANADOLUYA DÜŞTÜ hikâye kitabını çıkarıp piyasaya sürdü. İçinde otuz sekiz hikâye yer alıyor. Ali Sarayköylü, hikâyelerinin birçoğunu kendi başından geçenlerden seçmiş olması, günümüzün Aziz Nesini olduğunu kitabıyla kanıtlamış oldu. Hikâyelerinde, köy menşeli her kişi, kendisini satırlar arasında bulabilirler. Bir kitabı, elle tutulur hale gelinceye kadar geçen süreci anlatmak için bir kitap yazılır.
Bir kitabın yaradılışı, sözün bittiği yerde başlar. Bir doğum sancısını kadından başka bilenin olmadığı gibi, yazılı bir eser meydana getirmek, yazarından başka zorluğunu bilenin olmadığını sanıyorum. Bir yazar, beyaz sayfaya ilk harfi koymasıyla doğum sancısı başlar. Bu sancı, kitap olarak avuçlarında tuttuğunda diner ancak. Sancılı günler, yazarına göre değişir. Bazılarına göre bir ay. Bazılarına göre bir yıl. Bazılarına göre de uzun yıllar sürebiliyor. Sanıyorum ki Ali Sarayköylünün sancısı, yirmi beş yıl sürmüştür. Kendilerine edebiyat adına nice kitaplı günler diliyorum dedi.
İki arkadaş, haftaya buluşmak üzere oturumu kapatıp kahvehaneden ayrıldılar.