(Köy Enstitüleri Düşürülürken)
Cumhuriyet ilan edildikten sonra, ülkemizde Eğitim Seferberliği başlatılmış, "Eğitim Birliği Yasası" çıkarılmıştı. Harf Devrimi'nden hemen sonrada, "Okuma ve Yazma" işine sıfır noktasından başlandı. Niye sıfır noktasından diyoruz? Çünkü, yeni yazı ile okuma yazma bilen kimse yoktu. Okur yazar olanlar ise eski Arap Harfleri ile okuyor ve yazıyorlardı. Yeni Latin Harfleri onlar içinde bir başlangıç oluyordu. Gerçi kolay öğreniyor, çabuk intikal ediyorlardı ama, yinede zor oluyordu. İşe sıfırdan başlamak daha kolay daha seri oluyordu. İşte o günlerde, Atatürk Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'ı yanına çağırır ve der ki:
-Saffet, biz orduda okuma yazma bilmeyen erlere okuma yazma öğretiyorduk. Şimdi Askerde çavuş olarak görev yapan okur yazarlardan yararlanma olanağı bulamazmıyız? Seffat Arıkan'da:
-Onları belli bir kurstan geçirirsek, neden olmasın? der ve bu amaçla çalışmalar başlar. Türk Eğitim Tarihi'nde "Eğitmen" olarak görev alanların ilk çekirdiği bu düşünceden sonra atılır. Kurslardan sonra görev alan eğitmenler, üç yıllık okullara atanır. Türkçe, Matematik, Hayat Bilgisi, Resim ve Beden Eğitiminden oluşan bu sınıflarda çok başarılı olurlar. Hatta birinci sınıfta beklenmiyen başarı sağlanır. Bu deneyimden sonra, Köy Enstitüleri düşüncesi gündeme gelir. İsmail Hakkı Tonguç gibi bir eğitimci ve Hasan Ali Yücel gibi de bir Milli Eğitim Bakanı bu işi üslenirler. Bunların başbaşa çalışmaları sonucunda 17 Nisan 1940 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde 3803 Sayılı "KÖY ENSTİTÜLERI YASASI" kabul edilir. İsmet Paşa 'nında destekleri ile zorlu ve çetin çalışmalar başlar. I935'te araştırmaları ve hazırlıkları başlayıp, I946'ya kadar yükselişe geçen Köy Enstitüleri böylece doğmuş olur. Biz bu araştırmamızda yükselişten daha çok çökertilmesi ve yıkımı üzerinde duracağız. Neden eskiye gidiyorsun diyenler için, şunu söyle meliyim ki, bugün eğitimde ulaşılan merhale pekte iç açıcı ve adiIce değil. 17 Nisan 2008 anma gününde Söke Öğretmen Evi'ndeki ulu çınarların bana söyledikleri şu oldu:
-Medya bizden uzak duruyor. Uzak durmasalarda bu konuyu onların tam anlamı ile halka özette olsa anlatacak yeterli bilgileri yoktur. Bunu ancak senin gibi meslekten bir gazetecinin anlatması daha doğru olur. Sen eskiden bizleri televizyona çıkarıyor bu konuları anlattırıyordun. Şimdi ise televizyona devam etmiyorsun. Etsen bizi unutmaz yine çıkarırdın. Ama demek ki çıkmıyorsun. Onlara:
-Doğru söylüyorsunuz, ben artık televizyon programı yapmıyorum. Nedeni de şu. Uydu antenleri çıkınca yerel antenlere mahkum televizyonları kimse izlemiyor. Söke'de iki televizyon yerine bir tane uydulu televizyon olsa, ona çok güzel programlar yaparım. Ama ne yazık ki artık yerel televizyonları izliyen yok gibi. Onun için özür dilerim.İbrahim Kavasoğlu Hocam:
-Madem öyle, bizlere tercüman ol davamızı yaz da anlat. Biz ne kominist ve ne de ahlaksız değildik. Bize yakıştırılan bu düzmecelerden kimler ne istemişti? Yaz ki halkımız anlasın ve bu güzel eseri yıkanları affetmesin.
Düşündüm ve karar verdim. Ağır olan bu konuyu elbetteki baştan sona kadar anlatmam ciltler dolusu kitap olurdu. Ne yapabilirdim? Hocalarımın son arzusu olan ve internet aracılığı ile Türkiye'ye yayılacak olan bu öyküyü nasıl yazardım? Öyle sıradan bir konu, kısa bir olay değildi. Benim yazılarım birçok kişiyi rahatsız etse de, siteme gelen maillerden milyonlarca insanın okuduğunu biliyorum. Telefonlar da öyle. Beni görüpte şahsıma duyulan ilgide, sevgide bunu doğruluyor. Yazacaklarım öyle olmalıki, okuyan arkadaşlarımı hayal kırıklığına uğratmamalı. Gerçekleri yansıtmalı. Bildiklerim yetmeye bilir. Onun için kaynaklardan yararlanmam gerekiyordu. Tonguç'un bütün kitaplarını okumuştum. Raif İnan'ında birkaç kitabını okumuştum. Ama onların hiçbiri kendisi de bir köy Enstitülü olan Prof. Pakize Türkoğlu'nun "TONGUÇ VE ENSTİTÜLERİ" adlı yapıtı kadar bu konuda doyurucu bilgi vermiyor. Sayın Hocam, 620 sayfalık bu dev yapıtında bu konuyu çok derinliğine ele alıp işlemiştir. Mayıs 1977 tarihinde İstanbul'da Yapı ve Kredi Bankası yayınları arasında 1500 adet basılmış ve o yıllarda bu ilk baskı tükenmişti. Bende on adet alarak, televizyonda programa katılan bu hocalarıma armağan ettim. Onlar benim Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olduğumu bildikleri için yazmamı istiyorlardı. Yazmak, gerçekten kolay değil. Tam yazmaya başlamışken daha iyisi, daha doğrusu olsunu istiyor insan.
Türkiye'de 20. yüzyılın ilk yarısında dünyayı sarsan iki büyük savaş kazanıldı. Bu iki savaştan biri, toprakları ve başkenti işgal edilmiş Osmanlı İmparatorluğu'ndan yepyeni modern bir Türkiye Cumhuriyeti doğurulması. Ulusal bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşımız 1919-1923 yılları arasında üç yıl sürmüştü.Ulusumuzun önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında, Asıl savaş cehalete karşı vereceğimiz savaştır. Bizi gelecek günlerde bu savaş bekliyor. Hazır olun demişti. Bu ikinci savaşta düşman birinci savaştan daha zorlu id. Ulusal Kurtuluş Savaşından sonra yeni kurulan ulusal, laik ve üniter devletin kısa sürede gelişip, çağdaş uluslar düzeyine ulaşmasını sağlamak ideali idi. Bu hedefe ulaşmak içinde yerli bir eğitim modeli ve Türkiye koşullarına uygun verimli, etkili, hızlı bir sistem geliştirmek zorunda idik. 1935 tarihinde başlayıp, I940'ta resmen yasal ve kurumlaşan Köy Enstitüleri bu destanın başlangıcıdır. I946-ile 1954 arası ise acılı yıkım yıllarıdır. Bu iki heraketide yaratan önemli güç kaynaklarının başında, "Kendi insan Kaynakları" na dönmek gerçeği yatar. Buna ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında, "Kuvayi Milliye" ruhu dediğimiz toplumsal güç egemendi. Cehaletle savaşın temelinde de yine bu güç vardı.
İKİNCİ GÜCÜN ARANIŞI
1924 yılında Atatürk'ün daveti ile ülkemize gelen çokta yararlı olamayan Amerikalı ünlü eğitimci ve pedagog John Dewey (Jan Dui) şöyle der:
-Türkiye'de yerel kaynaklara, bölgelere munhasır bir eğitim modeli bulmak gerekir. Bu ünlü eğitimci daha sonra kurulupta eğitim ve öğretime devam eden köy enstitüleri için ise şunları yazar: "Türkiye'nin Köy Enstitüleri hayalimdeki okullardır." diyerek hayranlığını gizlemez. Daha sonra Avrupalı eğitimcilerde övgüyle söz ediyorlar bu özgün eğitim kurumlarından. Tonguç ve Enstitüleri İsviçre Ansiklopedisinde geniş boyutlarıyla yer alıyor. UNESCO konuya sahip çıkarak, gelişmekte olan ülkelere bu modeli öneriyor. Bu alanda Türkiye'den uzman isteniyor. Bizde ve dış basında ilgi gün geçtikçe artıyor. Başarılarını öven yazılar yayınlanıyor.
Ülkemizde geliştirilen ve yabancılarca önemsenerek benimsenen bu eğitimin başarısınında kaynağındaki bu önemli güç,Ulusal Kurtuluş Savaşı'da olduğu gibi "KENDİ İNSAN KAYNAKLARINA DÖNMEK" ten ibarettir. Enstitü, yönetici, öğretmen ve öğrencilerin el ele tüm güçleri yenerek, o zengin kuruluşları yaratabilmesi konunun en anlamlı yanlarından biri belki de en önemlisi olarak görünür. Bugün onların dayandığı felsefe ve mantığı bilmeyenler, "Efendim işte onlar teknik olarak iyi imişler de, onlarda ruh yokmuş. "Olmaz öyle safsata ruh olmadığı yerde inanç ve birlik beraberlikte olmaz.Birlik ve beraberliğir. olmadığı yerde ulusal bilinç ve felsefede olmaz. Ruhsuz hiç bir kurun dayanmaz. Tonguç derki: "Bizim Enstitüler, ulusal bilinç ve ruh üzerinde inşa edildi. Hayatlarında birkere olsun, Köy Enstitülerini okumamış ,incelememiş olan insanların bu yargıya varmaları, doğru değildir
ENSTİTÜLERİN DAYANDlĞI FELSEFE KAYNAĞI
İlköğretim Genel Müdürü olarak, işin başında bulunan İsmail Hakkı Tonguç, daha Köy Enstitüleri'nin başına gelmeden önce, eğitim üstüne çıkan, Atatürk ilkelerini iyi özümlemiş, onun devrim felsefesini, "Az zamanda büyük işler başarma" amacını ülkü edinmiş bir eğitimcidir. Türk toplumunu ve köylüsünü yakından gözlemlemiş ve incelemiştir. Ondaki ruh halini iyi araştırmış ve ona dayalı çalışmalar yapmıştır. Bu insanların Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı vermede temel öğe olduğunun bilincindedir. Köy Enstitülerine gelindiğinde, bu gizli gücü benzer yöntemle eğitim alanında harekete geçirebilmeyi amaçlıyor ve de ortaya koyuyor. Devrimin ruh ve ilkelerini iyi anlayarak, eğitim ve toplum bilimin verilerini iyi kullanarak, uygulamalarda bu ruh ve felsefeden yeteri kadar yararlanıyor. Onun sistemini geliştirmede Ulusal Kurtuluş Savaşı anlayışı ve yönteminden sonuna kadar yararlandığı yapıtlarında ve eğlemlerinde açık açık kendini gösteriyor. Canlandırılacak Köy adlı yapıtında, "Devrimciler için Anadolu'ya, köylüye, ana kucağına dönmekten başka çare yoktu. Onlarda aynen öyle yaparak, ana kucağına dönerek, halktan güç topladılar.Köylülerle birlikte bu eğitim kurumlarını gerçekleştirdiler. Köy Enstitüleri'nin güç kaynağı halktır. Felsefesi ise, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda, Atatürk'ün uyguladığı ulusal felsefeden başka birşey değildir.
KÖY ENSTİTÜLERİNİN OTURDUĞU TEMEL GÖRÜŞLER
Bu görüşleri bazı araştırmacılar birçok maddeler halinde vermektedirler.
Biz işi kolaylaştırmak için kısaca şöyle özetleyerek vermeyi daha uyugun bulduk. Çünkü zamanımzda çok uzun ve detaylı yazıları okuyanlar pek yoktur. *** Devam edecek