Sıra Ziraat Odasına mı, geldi. Bilemiyorum. Dün süpriz bir şekilde basın mensuplarına öğle yemeği verdi. İş yalnız yemekle kalsa iyi de, kalmadı. Başkan Kemal Kocabaş karnımızın doyduğunu görünce, şimdi bana soru sorun demez mi? Öğle yemeğinde 25 civarında basın mensubu vardı. İş tek tek soru sormaya geldiğinde öğle yemeği burnumuzdan gelebilirdi. Ama ne çare korktuğumuz başımıza geldi. O an aklımıza ne geldiyse, soru niyetine Başkan Kocabaşa yönelttik. Esasında gazetecilerin ağzı iyi laf yapıyor. Bu yüzden saat 12.00de başlayan öğle yemeği, öğleden sonra saat 3lere kadar sürdü. Bizler bütün kuralları ihlal ederek, hem atıştırdık, hem konuştuk. Öyle çok konuştuk ki, söz dönüp dolaşıp, genel seçimlere gelip dayandı. Ziraat Odasının Milletvekili Genel Seçimleri ile ne alakası olur, demeyin. Ama basın mensupları bal gibi oldurdu. Sahi öğle ziyafetinden neler yediğimizi söylemedim, değil mi? Eğer Yediğiniz, içtiğiniz sizin olsun, gördüklerinizi, duyduklarınızı bize anlatın. O bize yeter diyorsanız, bu teklifinizi kabul etmem. Zaten deminden beri hep olup biteni anlatmadım mı? Onun için demokratik bir ülkede gizlilik de neyin nesi? Yediğimiz rüşvet olmadığına göre, açıklamakta bir sakınca görmüyorum. Ancak biz kebap filan yemedik. Fakat Kocabaşın basın mensuplarına özel olarak yaptırdığı kırmızı etten yapılan nefis bir döner yedik. Ve yanında bir sürü garnitür. Ayran, kola... Çay bardakları dolu geldi, doldu..geldi. Böyle bir ortamda Başkan Kocabaşa soru sorulmaz da ne olur? Ve sonunda olan oldu. Bir değerli meslektaşımız, Sayın Başkanım, milletvekili adayı olmayı düşünüyor musunuz?
Müthiş bir soru. Sayın Kocabaş böyle bir soruyu beklemediği için ilk önce şaşırdı. Ve sonunda, Adaylık diye birşey söz konusu değil deyiverdi.
Kemal Kocabaş, milletvekili aday adayı olamaz mı? Neden olmasın? 12 bin kayıtlı üyesi olan bir odanın başkanı güle oynaya aday olabilir. Ama Kocabaşın şimdilik böyle bir niyeti olmadığı için, haklı olarak soruya şaşırdı. Ve basın mensuplarının soruları sürdü gitti. Ancak, Kocabaşa hiç kazık sorular sorulmadı. Birçok gazeteci, Söke Çayının pisliğinden söz etti. Bu pislik ne zaman ortadan kalkacak gibisinden sorular yöneltildi. Ben hemen itiraz ettim. Çayı temizlemek, Ziraat Odasının görevi değil dedim. Sonra öyle bir dilim sürçtü ki, olacak şey değil. Nasıl söyledim, hala bilemiyorum: Bir gün Sökeye iyi bir belediye başkanı gelirse, çayın tabanına beton döktürür dedim. Amacım Necdet Özekmekçiyi eleştirmek falan değildi. Sanki Özekmekçiden sonra göreve gelecek belediye başkanı çayın tabanını betonla kaplarsa iyi başkan olacak anlamında konuştum. Belki de bu serzeniş, bilinçaltımda yatan bir gerçekti ve dilimde çözülüverdi.
Neyse olan oldu bir kere... Özekmekçi söylediklerime kırılırsa gönlünü alırım. Başkanım hoşgörülü insandır, bilirim. Ama gelin görün ki, sevgili dostum Kenan Özcan hiç özür-mözür dilemeye gelmiyor. AK Parti adına Milletvekili Aday Adayı olan değerli insan, emekli Müsteşar ve eski Babbakan Danışmanı Mehmet Koyuncuyu Sökeye tanıtmak için verdiğim mücadeleye bir teşekkür bile göndermedi. Bu yüzden sayın Özcana birazcık kırgınım. Mesele değil, ama beni niye aramıyor? Anlayamıyorum.
Zaten bu huyumu hiç sevmem. Ziraat Odasında yenilen bir öğle yemeği, beni nerelere kadar götürdü. Ne gerek vardı bunları yazmaya. Ama iki buçuk saatlik yemekli toplantıda çok renkli görüntüler vardı. Süt fiyatlarının düştüğünden, et fiyatlarının yüksekliğinden, kilosu 14 liradan kesilen danayı, kasapların nasıl oluyor da 28 liradan sattıkları konuşuldu. Bu arada hayvancılık ve et konusunda herkes bildiğini söyledi. Dana etinin normal fiyatının 22-24 lira arasında satılması gerektiği vurgulandı. Söz sözü açmaya devam etti. Ve dana etinin neden pahalı olduğu gerçeği ortaya çıktı. Meğer Sökede bir iki esnafın dışında genellikle kasaplar günde en fazla 25-30 kilogram et satıyorlarmış. Eğer çok satmış olsalar, masraflar karşılanacak ve et fiyatları daha ucuz olacakmış.
TÜRKİYE GERÇEĞİ!
Emtia fiyatları maliyete göre değil, geçime göre belirleniyor. Ve bizler, bu sisteme serbest pazar ekonomisi diye bir ad veriyoruz. Rekabet yok, ne var? Harcamalarımızı nasıl karşılarız? endişesinden doğan bir fiyat şekillenmesi. Yani Türk usulü fiyat belirlemesi. Konutunun karşısındaki alışveriş merkezinde dana etinin kilosu 15,5 lira. Çünkü büyük marketler emtia fiyatlarını geçime göre belirlemiyorlar.