Şehirler vardır ölesiye sevilen, şehirler vardır çekip gidilen, şehirler vardır doyduğumuz yer olan, şehirler vardır nefes almamıza neden olan. Bir sevgiliyi sever gibi sevebilmek isterdim yaşadığım şehri. Kök salmak, ait olmak, adını sorduklarında gurur duymak. Alıp başımı gitsem de kimi zaman, her gidişte özlemek şehrimi ve dönmek ona, vefalı bir yare koşarcasına.
Okuduğum kitaplarda şehirlerine sevdalanan insanlara öykünürüm. Sokaklarda çocukluğunun seslerini duyar, rüzgar annesinin sesini taşır kulaklarına bir akşam vakti. ..
Bazen alır başımı dolaşırım şehrin sokaklarında. Bir ses, bir koku, bir kahkaha, bir çiçek beni benle buluşturur yeniden. Sokağın sonundaki çeşmeden su içerim terli terli, yazlık sinemadan gelen sesi duyarım uzaktan. Ah Şadiye teyze ne çok severdin evini. Övüne övüne anlatışın kulaklarımda hala, bu ev Rum bir kumaş tüccarınınmış zamanında diye. Ne tüccar, ne ev, ne de sen kaldın bu günlere. Kahveni yudumladığın cumbanın yerinde bir balkon var şimdi. Sardunyalar, camgüzelleri, yılbaşı çiçekleri nicedir açmaz oldu pencerende. Yeni yetme apartman kondurdular o seninle bütünleşen evinin yerine. Bir sevimsiz ki sorma. Balkonda koca bir çanak anten oturuyor şimdilerde. İnsan sesleri yerini televizyon kavgalarına bırakalı balkonlara çıkan da kalmadı.
Köşedeki ev Ahmet amcanın evidir. Badanası solmuş bahçe duvarından sarkan asma dalı ne kadar acizdir şimdi. Bir tas suya muhtaçken nasıl üzüm verir. Çocukluğumun ilk masum hırsızlığı canlanır gözümde kara üzüm taneleri iri birer göz yaşıdır şimdi gözümde. Hüzünle beklemekte ölümü çok değil bugün yarın onunda üzerinden buldozer geçecek ve ben torunuma bir apartmanın ruhsuz yüzünü göstererek anlatacağım anılarımı.
Bir zamanların şiirlere, romanlara, toprak direnişlerine konu olmuş, Kemalpaşa Mahallesiyle, Aydın Caddesiyle, Forbesiyle, meşhur Söke Parkıyla dillere destan bu şehre neler oluyor.
Çok değil 20 yıl önce Sökede yaşıyorum dediğimde, başka ellerdeki insanlar gıpta ile bakardı yüzüme, bende mutlulukla kıvrılan dudaklarımdan çıkan sözlerle başlardım anlatmaya.
Yeryüzünde bu kadar çok güzelliğin bir arada olduğu coğrafya pek azdır diye.
Uçsuz bucaksız ovası, yaz sıcakları tüm Aydın ilini kavururken Ege denizinin cömertçe gönderdiği tatlı esintisi, ılıman kışları, turunç ve mimozaların süslediği, palmiyelerin taçlandırdığı caddeleri, Aydın Caddesinin kaktüslerle-hurmalarla süslü o güzelim villalarıyla ruhu olan bu şehir şimdilerde bir köy azmanı olma yolunda hızla ilerliyor.
Gençlik yıllarımda Gün Geçmiyor ki bir .öldürülmesin diye başlayan sloganların yerini Gün Geçmiyor ki bir güzellik yok edilmesin aldı şimdilerde. Yok edilen her güzellikle ağladı yüreğim benim olmayan, ama bizim olan değerlere. Almadığım piyango biletlerinden para çıkmasını umutla bekledim yıllarca kurtarmak için şehrin ruhunu. Trafığe kapattığım Aydın Caddesini kültür-sanat sokağı yaptım. Müzik sesleri karıştı, derin sohbetlere. Kemalpaşa Mahallesine hayat verdim yeniden cıvıltılı nağmelerle.
Tutup elinden kaldırmak için şehri nerede bir el buldumsa uzandım, nerede bir ses duydumsa kulak kabarttım. Kent konseyi, Kemalpaşa projesi, kültür sanat etkinlikleri. Üç beş kişi çoğu da Sökeli bile olmayan insanların çabalarına bir katkı için çırpınıp durdum. Şimdiler de değişse de şehrin çehresi kentselleşmeden yana, geçmişle bağları kopuk ve sıradan bir şehir olma yolunda.
Ne zaman fıskiyelerinden elmas ışıklar yayan bir havuzlu park görsem kıskandım delicesine. Susuz dereden su getirip, şehirlerini suyun huzur veren ahenginle süsleyen küçücük beldelere kıskanarak baktım. Fatma Suat Orhon Müze ve Sanat Evi, Hacı Halil Paşa Kütüphanesi gibi kurtarılmış mekanlar tesellim olduysa da özellikle yaz aylarında boş sokaklarla, kimsesiz parklarla, karanlık çarşılarla, yıkılan yok edilen bir geçmişle sevmek zor bir şehri.
Hoyratça tükettiğimiz her şey gibi tüketiyoruz şehirlerimizi de. Şehirler insanlarla, insanlar şehirlerle güzelleşir. Yalnızca 2 ay kaldığımız yazlıklarımıza gösterdiğimiz özenin yarısını göstermek yeterli.
Yaşamak biriktirmektir bir anlamda. Duyguyu, düşünceyi, anıları, kültürü aktarmaktır genç kuşaklara. Önce ötekine yabancılaştık, sonra kendimize. Gitmek istemesem de bu şehirden gideceğim böyle giderse günün birinde ve en zor olanı belki artık özlemeyeceğim de.
Not: 26/09/2005 tarihinde yazdığım bu yazının üzerinden 2 yıl geçti ve ben gittim bu şehirden. Şimdilerde başka bir şehrin açgözlülüğümüze teslimiyetine acımakta içim.