Avukat, savunma hakkının temel direğidir.
Yurttaşın hak arama imkânının anahtarıdır; hatta maymuncuğudur.
Avukat görevini yapamıyorsa, hukuk adaletin içinden tahliye edilmiş demektir.
Avukat, yurttaşa hukuki yardım sunar.
Avukata bu imkân tanınmıyorsa, vatandaş, ihtiyacı olan hukuki yardımdan yoksun kalır.
Ve böylelikle de, savunma hakkı fiilen ortadan kaldırılmış olur.
Bu sözlerin geçerliliği, doğal olarak ancak hukuk devletinde söz konusudur.
Bir devletin yönetiminde hukukun egemenliği mevcut değilse, o düzenin içinde avukat da yoktur, savunma hakkı da Adalet de, hukuk da.
Tıpkı dünün İzmiri gibi
Bayraklı Adliyesinin önünde, içinde ve ardında olduğu gibi
Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok sayıda subayı, dün kamuoyuna askeri casusluk davası olarak sunulan davanın Bayraklı Adliyesindeki ilk duruşmasına tutuklu olarak getirilmişlerdi.
Adliyenin dışında Mustafa Kemalin askerleriyiz haykırışlarını duruşma salonuna kadar ulaştıran heyecanlı bir kalabalık vardı.
Adliyenin içinde ise, duruşma salonuna girebilmek için dişe diş ve itiş kakış mücadele veren avukatlar!
Yasa, mahkemelerin aleni olduğunu yazıyor.
Yasa, vatandaşların ve hele hele avukatların duruşmaları [serbestçe ve özgürce] izleyebilma hakkından söz ediyor.
Yasa, polisin vatandaşın hukukunu koruyacağını, o hukuka yapılacak saldırıları karşı koyacağını söylüyor.
Ama gelin görün ki;
Bayraklı Adliyesi barikatlarla halktan korunmaya çalışılmaktadır.
Duruşma salonuna girmek isteyen avukatlar, polisler tarafından tartaklanmakta ve savunma erkinin kullanılmasının önüne engeller konulmaktadır.
Niçin?..
İşte bu sorunun yanıtı titizlikle verilmeli ve halka anlatılmalıdır.
O yanıtın içinde yer alan gerçekler iyice kavranmalıdır.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ne ile karşı karşıya olduğu tam olarak anlaşılmalıdır.
Aynı günün akşamı televizyon ekranında Balyoz davasının bir avukatı şöyle konuşuyordu:
- Bu davada verilen mahkumiyet hükümlerine mesnet yapılan dijital verilerin incelenmesi sonucunda çok önemli bir gerçek ortaya çıkmıştır. Microsoft firması söz konusu verilerin yazılı olduğu [calibri] formatının 2007 yılında piyasaya sürüldüğünü mahkemeye bildirmiştir. Yani, belgelerin altında yazılı tarihlerden çok sonra Ayrıca mahkemenin kararında iddia edildiği gibi, delil olarak kabul edilen dijital belgeler sonradan calibri formatına çevrilmiş de değildir Sonuç: Bu deliller gerçek değildir. Bilinçli bir biçimde üretilmiştir. Sahtedir.
Şimdi ne olacaktır?
Eğer mahkeme bu delillere dayanarak hüküm vermişse, iddialar da düşecektir; verilen hüküm de!..
Balyoz davasının sanıkları olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin nitelikli elemanları kamuoyu önünde aklanacaklardır.
Peki, bu gerçek olmayan delilleri ortaya koyanlar ve içinde yaşamakta olduğumuz hukuki kaosu yaratanlar ne olacaktır?
İşte bu sorunun yanıtı da, bir önceki kadar önemlidir.
Ve mutlaka verilmelidir.