“BAŞKANLIKSİSTEMİ BİR REJİM SORUNUDUR”…

FARUK HAKSAL

-Milletvekillerini kim seçiyor?..

Halk mı?

Haydi canım sizde…

Onların sadece sıfatları vekil…

-Peki, vekile vekâleti kim verir?

Daha doğrusu vekâlet verilecek kişiyi kim seçer?

-Vekil eden…

Peki, siz dilediğiniz bir kişiyi vekil seçme imkânına sahipsiniz?

-Hayır hiçbir zaman…

Seçimlerde önünüze konan sandıkta siz gerçekte kimi seçiyorsunuz?

-Bir siyasi partiyi.

İşte vekilinizin kim olacağını seçtiğiniz siyasi partinin lideri olan zat-ı muhterem belirliyor.

Bu noktanın altını bir kurşun kalemle çizip yolumuza devam edelim.

Diyelim ki hükümet, TBMM’ne bir kanun teklifi getirdi.

Bu durumda bir şekilde vekiliniz olarak atanmış kişilerin meclis kürsüsüne çıkıp istediği düşünceyi ifade etme özgürlüğü var mı?

-Hayır yok!..

Peki bu milletvekili, görüşülmekte olan bir kanun teklifi konusunda dilediği yönde oy kullanabilir mi?

-Hayır kullanamaz!..

Peki ya nasıl yürür [daha doğrusu yürütülür] bu türden işler?..

Milletvekili, meclis kürsüsünden, [ancak] partisinin daha önce aldığı grup kararı doğrultusundaki görüşlerini dile getirebilir.

Ve milletvekili, sözünü ettiğimiz kanun teklifi konusunda [yine ancak] partisinin daha önce grup toplantısında almış olduğu karar doğrultusunda oy kullanabilir…Yani sözün özü, sizin vekiliniz, parti başkanının iradesi dışında ne konuşabilir ve ne de oy kullanabilir!..

Peki, böyle yapmazsa ne olur?

-Partisinden ihraç eldir.

-Ve başkanının kara listesine girdiği için de bir daha TBMM çatısını ancak rüyasında görebilir…

Gelelim bir başka konuya:

Diyelim ki, Anadolu’nun bir ilinde ya da ilçesinde bir siyasi partinin bir yönetim kurulu üyesi partisinin başkanına muhalif bir çizgi izliyor…

Partinin başkanı [yani “Şef”i] hiçbir gerekçe ileri sürmeden bu kişiyi görevden alabilir… Ve yerine kendi dümen suyunda yürüyeceğinden emin olduğu kendi yandaşlarından birini atama yolu ile o koltuğa oturtabilir…

Ve sonra da kendisinin atadığı bu kişilerin genel kurultayda vereceği oylarla kendisini “demokratik” bir seçim sonucunda yeniden parti başkanı koltuğuna oturtabilir…

Ve işte bütün bu uygulamalar [maalesef] kitabına uygundur!..

Yani hukukidir.

Çünkü “kitap” yine bu kişilerin oyu ile, böyle yazılmıştır!..

Ama [bizce] bu durum asla adil değildir; adalete ve gerçek demokrasiye aykırıdır…

Evet…

Biz yine yolumuza devam ediyor ve yazımızın asıl konusunun özüne geliyoruz:

İşte Türkiye’nin Başbakanı, yasaların kendisine [her nasılsa tanıdığı] bütün bu yetki ve imkânları az bulmaktadır…

Ve “Parlamenter Demokrasi” sisteminden, “Başkanlık Hükümeti” sistemine geçilmesini talep etmekte [ ve hatta] dayatmaktadır.

Malum… Sayın Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı’nda gözü vardır.

Ama o, parlamenter demokrasi sisteminin Cumhurbaşkanına tanıdığı yetkileri az bulmakta ve sıradan bir Cumhurbaşkanı olmakla yetinmemekte, yargı erkini kendisine bağlı kılan, yürütme yetkisini bizzat kullanan ve yasama gücü üzerinde sınırsız baskı uygulayabilen bir “tek adam” olmayı düşlemektedir…

Ve hatta daha şimdiden, kendisini o menzile ulaştıracağını düşündüğü yokuşun başında politika yapmakta ve çıkmaya karar verdiği bu anlamsız yolculuğun hazırlıkları ile meşgul görünmektedir…

İşte Sayın Başbakan’ın kafasının içindeki yeni Anayasa formülünün “gizli gündem” maddelerinden bir tanesi de budur…

Oysa Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu’nun dediği gibi;

-Başkanlık Sistemi önerisi, sadece bir sistem değişikliği değil; köklü bir rejim değişikliği önerisidir!..