Rahmetli ile çok iyi bir dostluğumuz vardı. Beni çok sever, İki gün görmesem, gözlerim arıyor derdi. Yanıma mutlaka uğrar ve uzun uzadı geçmişten konuşurduk. Ben aslen Sökeli olmadığım için Sökenin fazla geçmişini bilmezdim. Onun hukukçu olması, toplumla ilişkili bir yaşamı olması nedeniyle Sökelileri, Kuşadalıları çok iyi tanıyordu. Ondan bu konularda çok şeyler öğrendim. Sökeye ait bazı bilgileri rahmetli Hilmi Beyden, İlhan Önerden, Ekrem Karakaştan ve Ahmet Güçsavdan öğrenmeye çalışıyordum. Bu değerli insanlar benim için birer canlı tarihtiler. Ne yazık ki, Hilmi Fıratı çok çabuk kaybettik. Atatürk, İnönü ve Fevzi Çakmak ile ilgili çok güzel anıları vardı. Ölümünden, altı ay önce bana:
- Çocuk, bu kış Atatürk, İnönü, Çakmak ve diğer tanıdığım büyük devlet adamları ile ilgili olarak kafamdaki anıları kağıda dökmek istiyorum. Bana yardımcı olursan bunları yazalım da unutulmasın. İleride okuyan gençlerimiz bu büyük insanların anılarından yararlanırlar. Kütüphanenin müdüresi bazılarını yazmış, ama daha yazılacak çok şey var. Ben de:
- Bey Amca neden olmasın? Siz kıymetli zamanınızı ayırırsanız, elbette ben seve seve yazarım. Ama yazamadık. Demek ki, Allah nasip etmemiş. Hayatımda rahmetlinin anılarını kaleme almadığım için çok üzgünüm. Ondan sonra, Nihat Aşkının, Ekrem Karakaşın, İsmail Hakkı Tezin, Metin Çelikezin anılarını yazdım. Bu dört büyük insan Sökeye hizmet etmiş, toplumla kaynaşmış, değişik insanlarla haşır neşir olmuş insanlar olduğu için, bunların topluma bakışı sosyal açıdan çok önemlidir. İnsanların psikolojik yönlerini, toplum hayatını çok iyi biliyorlardı. Bunlardan biride rahmetli Avukat Ahmet Güçsav ağabeyimizdi. Burada onun bana anlattıklarını özetleyerek vermeye çalışacağım. Bazı yerlerini onun dili ve anlatım tarzı biçiminde yazacağımdan değerli okuyucularımın bunları bir üslup örneği olarak algılamalarını, beni tenkit etmemelerini rica ediyorum. Bu anlatım biçimini modern bir diyalog haline getirmeyi elbette yapacak gücüm ve becerim vardı. Ama ona olan saygımdan bu anlatım biçimini değiştirmedim. Çünkü onları okurken, Ahmet Güçsavı yeniden dinlemiş gibi oluyorum.
Güçsav, her şeyden önce sosyal yanı çok güçlü olan bir insandı. Bu da sanırım, uzun yıllar hukukçuluk yapmış olmasından kaynaklanıyordu. Onu, belediye başkanları sevmezlerdi. Bunun nedeni elbette kişisel değildi. Onun davası Söke davası idi. Çünkü Güçsav Sökeye sevdalı bir insandı. Onun bu Söke sevdası, onu belediye yöneticileri ile ters düşürüyordu. Onun Söke için çok güzel düşünce ve hayalleri vardı. Rahmetli Kuşadası Kaymakamı Özer Türkün Kuşadasına uyguladığı kalkınma modellerini Söke için hayal ediyor ve belediye başkanlarına yapmaları için öneriyordu. Zaman zaman bunları Söke Gazetelerinde yazarak, yeni ufuklar açmaya gayret ediyordu. Kendisi ile birkaç kere televizyon programı yaptık. Aşağıda anlatacaklarım bu programlardan birinde yer alan söyleşilerden seçilip özetlenmiş bir metin olarak ortaya çıktı. İlerde yörenin tarihini yazacak olanlar için bir doküman olması amacı ile bu yazıyı buraya almayı uygun buldum. Maraton TV.de yaptığımız bu programın asıl adı, KUŞADASINDA Turizm Hamlesi Nasıl Başladı? idi. Gelin bu tarihi konuyu, Sökenin Ahmet Ağabeyinden dinleyelim:
- Tekin Bey, ben aslen Kuşadalıyım. Babamın anne tarafı Hafız Mustafagillerdendi. Baba tarafım ise Hamdi zadelerdendi. Babam tam dört yıl Balkan Savaşında kalmış. Öldü diye teskeresi gelmiş. Balkan Harbinden sonra babam birden ortaya çıkınca buna çok sevinmişler. Babam rüştiye mezunuydu. O yıllarda polis olmuş ve Çeşmeye atanmıştı. Çeşmenin yakınlarındaki Alaçatı Kasabasında büyük hizmetleri olmuştu. Alaçatıda görev yaparken annemle evlenmişler. Ben Alaçatıda doğmuşum. Daha sonra Kurtuluş Savaşı başlamış. Babam bu savaşa da katılmış. Savaş bitince Kuşadasına dönmüş. Daha sonra Selçuka yerleşmişiz. Ben Anakara Hukukta okurken, ailem Selçukta ikamet ediyordu. 1938 yılında iki büyük acı yaşadım. İlk olarak annemi kaybettim. İkinci olarak da Türkiye gibi Atatürke ağladım. Hayatımda 1938 yılı iki büyük yara bıraktı. Annem ve Atam. Annemin ölümünden sonra İzmire göçtük. 1946da Demokrat Partiye girdim. Hem öğretmenlik hem de avukatlık stajı yapıyordum. Beni DPli olduğum için öğretmenlikten attılar. 1948 yılında Sökeye geldim. Bir toplantıda yaptığım konuşmada halkın şahsıma gösterdiği ilgi beni Sökeye bağladı. Avukatlığa Sökede başladım. 14 Mayıs 1950ye kadar, Aydın İl Yönetim Kurulunda görev yaptım. Bu arada rahmetli Adnan ve Ethem Menderesle üstat Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu gibi dönemin ünlü politikacıları ve Türkiyenin yöneticileriyle tanıştım. Tekin Bey ben anlatsam siz de yazsanız çok iyi olur. Çünkü o döneme ait bir hayli siyasi hatıralarım vardır. Ben bir türlü yazamıyorum. 27 Mayıstan sonra çok şey yanlış yazıldı ve algılandı. Yazsan bir döneme ışık tutmuş olursun. Şimdi bunları ilerde yazmak üzere bir kenara koyarak, Kuşadasının nasıl turizme açıldığına dönelim. Dediğimi anladın mı? Benim çocukluğumun Kuşadası çok güzel, küçük bir kasabaydı. Benim gençliğim Selçuk, Ankara, İzmirde iş hayatım Sökede geçti. Sökeye gelmem, orada yerleşmem, çevre edinmem beni bulunduğum alanda ilerletti ve güçlendirdi. Rahmetli büyük insan amca olarak tanıyıp sevdiğim Ömer Kocaöner ile tanışmam beni tekrar Kuşadasına götürdü. Ömer Kocaönerin dedesi Pehlivan Koca Ömer Ağa Sökede ilk belediye örgütünü kurmuş bir insandır. Saygındır da. NOT: Devamı var...