Anılar

MUSTAFA AÇICI

 

Kaç yıldır yaşıyoruz Söke de. Eskinin ortaokulu, lise, üniversite. Geliş gidişler, yolculuklar. Gurbetten sıla ya özlem. Sıladan gurbete kaçışlar.

İnsanı en çok üniversite yılları ve askerlik yoğuruyor. Birinde gelişiyorsunuz,diğerinde sertleşiyor. Yine de en güzel yıllar çocukluk ve üniversite yılları. Başınız bulutların üzerinde. Geleceğe dair ütopyalarınızın peşinde koşarken, kavgalar, aşklar kaçışlardan oluşan zenginlik dönemi. Birinde düşündüğünüz hiçbir şey yokken diğerinde düşünceler içerisinde geleceğe yön verme özlemi.

İnsan belli bir dönemden sonra doğup büyüdüğü ya da çocukluktan gençliğe ve olgunlaştığı kentte yaşamamalı. Ne zaman sonra her nereye bakarsanız anılarla dolu. Yaşlanmaya inat anılarda çoğalıyor.

Kemalpaşanın Dere Caddesi, Dere caddesi ile İnönü Caddesini bölen deli çay. Çayın içerisinde suyla oynadığımız toprak. Duvardan atlayışlarımız. Derenin kağıtlar, poşetler ve sair atıklarla dolu oluşu. Okula gittiğimiz Aydın caddesi, yoğun yağışlarda belinize kadar ıslanışımız. Boykotlarımız. Lisenin arkasında şimdiki hastahane yolu. Sokağın çevrilişi. Dipçik mi istersin jop mu diye sıkıştırılışımız. Kız öğrencilerinin sokaktaki evlere sığınışı. Bizim, jop tarafından kaçışımız ve dağdan Kemalpaşa Gündoğdu Caddesi üzerindeki kahvelere inişimiz. Karanlığa karşı verilen aydınlanma mücadelesi. Bizi geleceğe taşıyan, toplumculuğumuzu geliştiren öğretmenlerimiz. “Fikri hür irfanı hür" eşit, özgür ve sömürüye karşı ve toplumcu öğrenciler yetiştirmek için çalışıp di dinen öğretmenlerimiz. Parada pul da gözü olmayan en tembel öğrencisinin üzerine bile titreyen öğretmenlerimiz. Kendi gezmek yerine öğrencilerini gezdiren, kendi giyrmek yerine öğrencilerini giydiren, kendi yemek yerine öğrencilerini yediren öğretmenlerimiz. Ezilenin yanında olmayı, her koşulda başı dik durmayı, doğruluğu, dürüstlüğü bize öğreten öğretmenlerimiz. Şimdi kaç tane kaldı ki.

Görünce şaşırıyor insan. Değerlerini yitiren toplumda acaba önce eğitimcilerimiz mi yitirmiş değerlerini. Bir olay üzerine Savcılıkça başlatılan soruşturma da var olan ve yaşanan gerçeği gizleyen ve tamamen zıt bir şekilde yalan söyleyerek gerçeği saptıran ve öğretmenliğe daha yeni başlayan iki tane genç öğretmen. Beyanında tanımıyorum dediği diğer emekli öğretmenin buzdolabını, halısını, kilimini kullanan.Bir diğeri tanımıyorum dediği kişiye evini taşıttıran. Yemeğini yiyen, çayını yudumlayan.

Bunca anıların içerisinde bir kentin insanları nasıl bu kadar değişebilir. Bir kent nasıl bu kadar geriye düşebilir. Dünkü anılarınızla bugün nasıl bu kadar çelişebilir. Bunları bilerek aynı kentte yaşamak ne çok yoruyor insanı.

Yanındaki insanı haksız bir biçimde suçlayarak kendi egolarını gizlerneye çalışan ve aslında gizledikçe batan bir insanla aynı kentin havasını solumak. Sizce nasıl bir duygu olabilir.

Kentimizin, ülkemizin ve dünyamızın sorunları çığ gibi büyürken, suya sabuna dokunmayanlarla aynı kette yan yana yaşamak sizce nasıl bir duygu.

Biz yaşlandıkça, gençleşen toplumcu anılarımız sokak başı karşımıza çıkarken bu bireyci gerçeklerle yan yana yaşamak sizce nasıl bir duygu.

Genç meslektaşlarımızIa barodayız. Ve diğer arkadaşlar. Diktörtgen masada yüzyüze sohbet ederken aklıma düşüyor.

Aynı kentte yaşayan üç insan.      

Üçü de birbirinden ayrı, ama üçü de birbirinin aynı.

Gençliğim geliyor aklıma, birbirimize benzemeyi reddetdiğimiz, düzeni değiştirmek istediğimiz yıllar. Nasılda bir çırpıda geçiverdi. Biz yaşlandık, sorunlar aynı kaldı, insanlar geriledi. Zenginlerimiz daha bir zengin olarak Dünya sıralamasına yükseldi. Ya fakirlerimiz azaldı mı...