Tokat kara yolu üzerindeki müzeye on beş dakikada beni getiren taksi şoföründen sorularıma tatmin edici yanıtlar aldım. Anadolu’da ve dünyada “efsane” olarak anlatılan aşıklar için yapılmış müzenin yetmiş binden fazla yerli yabancı turistin ziyaret ettiğini gazeteden okuduğunu söylüyor. Ferhat ile Şirin efsanesindeki"Ferhat Su Kanalı" olarak bilinen mevkide 2013 yılında açılan müze, sanki tek blok halinde olduğu yere oturtulmuş dev kaya dağının üzerine iki aşığın yontulanmış Ferhat - Şirin heykelinin gölgesinin düştüğü müze bahçesine yapılmış. Bahçenin düzenlemesi oldukça özenilerek oluşturulmuş olan müze ziyaretçilerini bekliyor. Dillere destan sevda öyküsünün anlatıldığı pano ile tamamlanmış iki aşığın adına düzenlenmiş sembolik mezarları müzenin bahçesinde sizi karşılıyor. Ferhat’ın dağı delerek kente getirdiği suyun aktığı çeşmede susuzluğumu gideriyorum. Bahçeyi süsleyen fidanlar büyüdüğünde daha bir görkemli hale gelecek kuşkusuz.
Müze görevlisinden; 8 bin metrekarelik bir alana yerleştirilen müzenin sekiz ayrı bölümden oluştuğunu ve her bölümde ayrı bir aşk öyküsünün anlatıldığını ayrıca Türkiye'de ve dünyada bir benzerinin olmadığını öğreniyorum. Merakım artarak içeri giriyorum. Ferhat ile Şirin’i anlatmakla kalmamışlar, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Romeo ile Juliet, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan'ın aşk hikayesi ile Mevlana ve Hacıbektaşı Veli'nin felsefesiyle anlatılan ilahi aşkı da betimlemişler. Bu aşkların yaşandığı varsayılan döneme özgü dekorlar maket, silikon heykeller ve rölyef gibi materyallerle anlatıldığını yaşandıkları zamanların heyecanıyla inceleniyorum. Her bölümde ayrı bir müzik yayını yapılması beni etkiliyor. Yine her odanın kendine özgü farklı kokusunu solukluyorsunuz . Müze adeta beş duyuya hitap ediyor. Her bir bölümü büyülenerek geziyorum. Ayrıca müze içinde yer alan nikah salonu da nikahını efsane aşkların şahitliğinde kıydırmak isteyen çiftlerin bu güzel günlerine ev sahipliği yapıyor olması bana çok ilginç geliyor. Bitmesini istemediğim bir zaman diliminden geçiyorum sanki. Daha gezilecek görülecek yerlerin çokluğunu düşünerek beni müzeye getiren taksiyi çağırıyorum. Müzeden dağarcığıma önemli bir parça daha eklemiş olarak ayrılıyorum.
Beni otogardan otele bırakırken, gün içinde bana eşlik etmesi önerimi kabul eden taksici İdris’in tavsiye ettiği “Bedesten Osmanlı” mutfağında yöreye özgü bir öğle yemeği, keyifli bir öğleden sonrasının başlangıcı oluyor. Tarihi “TAŞ HAN’ın restore edilerek lokantaya dönüştürüldüğü mekanın güler yüzlü personelinden yöresel yemekler üzerine bilgi alıyorum. Mekan çok güzel tasarlanmış; masalar ve dekor otantik bir hava oluşturmuş. İçresinde küçük bir havuzu olan tarihi yapıda yemeğinizi huzurla yiyebilirsiniz. Tarihi mekanın etkileyici ve büyülü ortamı beni etkiledi, "buraya gelmekle ne iyi etmişim" diye düşündüm. Yemeğe eşlik eden müziğin sakinleştirici etkisiyle mekanda bir nevi terapi görüyorsunuz. Göverte çorbası, keşkek, bakla dolması, dondurmalı irmik helvası, topuz kebabı, Osmanlı şerbetleri, ekşili kavrulmuş soğan yatağında dana külbastı, keklik çorbası, bal kabağı tatlısı. Ziyaretçilere tavsiye edilecek yöresel yemekler. Çorbanın ardından topuz kebabı ve Osmanlı şerbeti, sade ama mükellef bir öğle yemeği oluyor benim için. (Devam Edecek)