AK Parti Söke İlçe Teşkilatı yönetiminin görevden alınmasının ardından 20 gün geçti. İl Başkanı Sadık Atay, yurtdışından gelir gelmez il yönetiminden bazı üyelerle birlikte Sökeye geldi. O gün ellerindeki anahtarla bir süredir kapalı olan teşkilatın kapısını açtılar. Teşkilattan bazı üyelerin de katılımı ile genişletilmiş bir toplantı yapıldı. Ancak bu toplantıdan hiçbir sonuç çıkmadı. Tüzüğe göre, ilçelerde 1 ay içinde kongreye gidilmesi gerekirken, bu konu hiç gündeme gelmedi. Atama yönetim için de hiçbir karar alınamadı. Ama bazı AK Partili üyeler, toplantıda il yönetimini tutumlarından dolayı eleştiri yağmuruna tuttu. Teşkilatın görevden alınış şekli de tartışma konusu oldu. Güya Söke AK Parti Yönetimi düzensiz evrak tuttuğu nedeniyle görevden alınmış. Bu gerekçeye gel de inan. İle göre bu düzensizlik şöyle olmuş: Bazı yönetim kurulu üyeleri istifasını il yönetimine vermiş. İlçe yönetimi bu istifalardan haberi olmadığı için istifa eden üyeler yönetimden düşmemiş. İl yönetimi bu üyelerin düşürülmemesini bir suç kabul etmiş. Oysa esas suçlu İl Yönetimidir. Çünkü İlçe Yönetimine istifaları bildirmeyen kendileridir. Ama nedense bunu suç unsuru sayıp, ilçe yönetimini görevden almışlar.
AK Parti Söke İlçe Teşkilatının kuruluşu neredeyse 10 yıl oldu. Bu süre içinde Namık Yıldırım 9. İlçe Başkanı. Yeni seçilecek Başkanıyla sayı 10a çıkacak.
El insaf. 10 yılda 10 yönetim ve Başkan değişmiş. Akıl alacak gibi değil, 10 yılda 15 milyon genç yetiştiren Türkiye, şimdilerde 10 yılda 10 yönetim eskitiyor.
Neden? Ve kimin iradesiyle bu teşkilatlar birbiri ardına görevden alınıyor? Bu nedenle AK Parti İlçe Yönetimi, hiçbir zaman Sökede iktidar partisini temsil eden bir teşkilat olamadı.
40 yıldır politikanın içindeyim. Böyle bir olaya ilk kez tanık oluyorum. Tepkisiz ve etkisiz bir ilçe yönetiminin Sökeye ne faydası olur?
Nitekim 10 yıl boyunca Sökenin hiç hizmet alamamasının asıl nedeni iktidar partisi teşkilatlarının pasifliğinden kaynaklanmıştır. Eleştirmekte haklı değil miyim?
KANDİLE GİDEN MEKTUP VE ÜLKE GERÇEĞİ
Geride bıraktığımız günlerde Milliyet Gazetesinde çıkan bir haber yüreğimizi ağzımıza getirdi. Gazete, terörist başı ile BDPliler arasındaki diyologları yayınlayarak, iktidarın da tepkisini çekti. Çok ilginçtir. Mektuplar, terörist başı ile görüşmek için İmralıya giden BDP ve PKK işbirliği sonucu hazırlanmıştır. İki tarafta sözde çözüm için İmralıda buluşmuştur. Hükümetin bu konuda sessiz kalması, bebek katilini azdırmış ve ilgili yerlere gönderdikleri mektuplar kamuoyunu çok düşündürmüştür.
Abdullah Öcalan bakın neler söylüyor: Ne ev hapsi, ne de af. Bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu biliniz ki, bu hamleler bu komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursa ne KCK tutuklusu kalır, ne başkası. Bu olmazsa elli bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız herkes bilmeli ki, ne eskisi gibi yaşayacağız. Ne de eskisi gibi savaşacağız. Kendime güveniyorum. Şunu iyi bilin ki, devlette ben de vazgeçmeyiz
Madem ki gerçek bu. Türkiye pazarlık masasında niye oturuyor? Mektubu Kandile götürüp dönen Gülten Kışanakın Diyarbakırda yaptığı görüşme ise daha düşündürücüdür. Kışanak: Kürdistanda özgür ve eşit olmak istiyoruz. Bunlar Türkiyeyi barışa götürecek taleplerdir. Bu süreci adım adım yürürken, özgürlük büyüyecek ve özgür bir ülkede yaşayacağız. Biz yaparsak doğru yaparız. Biz kazanırsak, büyük kazanırız. Kürt Halk önderi bu meydanda sizlerle, halkımızla buluşacak bir gün. Sayın Öcalan özgür olacak. Halkıyla buluşacak. Hep beraber kazanıp, özgür olacağız
AK Parti Hükümetinin onların bu isteklerine kesinlikle taviz vermeyeceğine inanıyorum. Çünkü Hükümet son günlerde hiç olmadığı kadar tedirgindir. Türk Milleti de bu ihanetlere geçit vermeyecektir. Bir teröristin devletin rejim konusunda haddini aşan yorumları ortada iken hiç birşey olmamış gibi vurdumduymaz olamayız. İmralı sakini ile hiç yol haritası çizilir mi?
Tek devlet ve tek millet sloganıyla sorunlarımızı çözmek varken, çözüm sürecinin önünü kesmek neyin nesi? Silahları susturun deyince silahlar susar mı? Bildiğiniz gibi, 30 yıldır bir türlü susmadı. Türkiyeye bedeli 500 milyar dolardır. Bu para Güneydoğuya harcansaydı bölge kalkınırdı. Ama savaş baronlarının silahları Güneydoğuda kan dökmeye devam etti. Savaş, bir ülkeyi geriletip yıkar. PKKnın hedefi de özerklik. Bu nedenle silahı bırakmazlar; Bugün bıraksalar, yarın yine silaha sarılır ve Türkiye sınırlarını da terketmezler.
Yıllar önce Türkiye için hazırlanan plan gerçek olursa ülkeye yazık olur.