ADALETE GÜVEN DUYGUSUNU KORUMAK VE ONARMAK ZORUNDAYIZ…

FARUK HAKSAL

 

 

Bir Devlet’in emniyet teşkilatı ile yargı organlarında olup bitenler “tertip” olarak niteleniyorsa, ortada çok ciddi bir iddia var demektir.

Bu iddialar üstelik o ülkenin mahkemelerinde sanıkların savunmaları içinde yer alıyorsa, iş daha da ciddi ve oldukça daha vahim bir noktaya gelip dayanmış demektir.

Bir adli soruşturma içinde nasıl tertip oluşur?

Kim oluşturur?

Nasıl oluşturur?

Diyelim ki, savunmalarda ileri sürülen tertip iddialarında az da olsa bir gerçek payı vardır… Peki, o zaman bu tertip kim tarafından imal edilebilir?

Bu durumda emniyet ve adli teşkilatın söz konusu tertibin üretim merkezlerine olan yakınlığı kaç arşındır, kaç metredir, kaç litredir?

Ve bu noktada Devlet’in sorumluluğu kaç okka çekmektedir?

Aziz Yıldırım, kendisinin ve Fenerbahçe kulübünün bir tertip karşısında olduğunu ısrarla ileri sürmekte ve bu iddiayı savunmasının merkezine yerleştirmektedir.

Ergenekon ve Balyoz davalarının sanıkları olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst düzey generalleri, genelkurmay başkanları, Milli Güvenlik Kurulu mensupları, siyasi parti lider ve yönetici kadroları, üniversite hocaları, gazeteciler, yazarlar da hep bu aynı iddiayı ileri sürmektedir.

İşin ilginç ve en önemli yanı, bu iddiaların sanıkların savunmalarının omurgasını oluşturmakta olmasıdır.

O zaman demek ki, mahkemeler de öncelikle bu konuyu araştıracaktır. Araştırmak zorundadırlar.

Çünkü tertip iddiası, sanıkların savunmalarının temelini oluşturmaktadır.

Sanıkların savunma stratejileri içinde yer alan en önemli nokta ileri sürülen bu tertibin ispatı çabasıdır.

Peki, ya gerçekten bu tertip iddiaları mahkeme huzurunda ispatlanırsa ne olacaktır?

Adliye, eğer bu ülkede gerçekten adaleti, adil bir biçimde tevzi görevini yerine getiriyorsa, sanıklar beraat edecekler ve mahkemeler bu tertibi düzenleyenleri yargılayacaklardır.

Ülkenin adliyesi, ülkenin emniyet teşkilatını ve bizzat kendi yapısı içinde yer alan “birileri”ni yargılamak zorunda kalacaktır.

Mahkemede ifade veren tanıklar içinde yalancı tanıklar varsa doğal olarak bunlar da yargılanacaktır.

Bir tertibin içinde yalancı tanık bulunuyorsa bu kişiler kendiliklerinden yalancı tanıklık etmek için ortaya çıkmazlar. Bu kişileri yalancı tanıklığa zorlayan, teknik deyimi ile azmettiren “birileri”nin mevcudiyeti gerekir.

İşte eğer gerçekten ortada bir tertip varsa, bu “birileri”ni bulup ortaya çıkartmak, yargılayarak olanı/biteni gün ışığına kavuşturmak emniyet güçlerinin de, yargı mekanizmasının da birincil görevidir.

Çünkü emniyet güçlerinin vazifesi, suçluları bulmak, yakalamak ve adliyeye sevk etmektir.

Mahkemelerin görevi ise, bu kişileri yargılamak ve gerçeği ortaya çıkartarak adaletin yerini bulmasını sağlamaktır.

İçinde yaşanılan ortamda Türk halkının gönlünde adalete duyulan güven azalmış mıdır?

Gerçekçi bir bakışla değerlendirildiğinde bu sorunun yanıtı, “evet”tir.

Çünkü kamuoyunun gündemini oluşturan ve ülkenin kalburüstü mevkilerinde yer alan insanların yargılandığı davalardan tertip iddiası savunmaların birinci maddesinde yer almaktadır.

Bu önemli iddia ya ispatlanmalıdır ya da inandırıcı bir biçimde doğru olmadığı ortaya çıkartılmalıdır.

İşte ancak o zaman halkın emniyet güçlerine ve adli mercilere karşı beslediği güven duygusu yeniden eski tahtına oturabilir.

Ve bu ülke ancak o zaman gerçek bir hukuk devleti olduğunu dosta/düşmana ve en önemlisi de, kendi halkına karşı kanıtlayabilir.