10 Kasım 1938 gününden bu yana tam 74 yıl geçmiş...
Bugün 10 Kasım 2012.
Ve bu yazı, saat 9u beş geçe yazılıyor.
74 yıl Ya da yetmiş dört sene...
Yani, 888 ay geçmiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk öleli.
Köy Enstitüleri kapanmış; Tevhid-i Tedrisat Kanunu rafa kaldırılmış; ülke şeyhler, tarikatlar, müritler tekkesi haline getirilmiş...
Yani, tam, 3848 hafta geçmiş oradan...
Ülke, konuya komşuya, gelene geçene, ayıya dayıya borçlu, el açar duruma düşmüş.
Evet, tam, 27.010 gün geçmiş aradan...
Ve memleket, kendisini savunanların marjinal ve bağımsızlık düşüncesinin tehlikeli madde ilan edildiği bir ülke konumuna düşürülmüş.
Yani, bir kez daha toplayıp, çarparsanız eğer, tam 648.240 saat geçmiş aradan...
Ülkenin ekonomisi, yabancıların yönetimine geçmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hangi kanunu çıkartıp, hangi kanunu yürürlükten kaldıracağına yabancı merkezler karar verir hale gelmiş.
Ülke yabancı güçlerin taşeronu sıfatıyla komşularıyla [neredeyse] kanlı bıçaklı bir hale gelmiş.
Değirmenin suyu uzak ülkelerden gelip, uygun gedikleri tıkamış... Ve memleketin stratejik önemi olan doğal kaynakları, Devletin en temel iktisadi teşebbüsleri ve Cumhuriyetin tüm kazanımları ya zaafa uğratılmış ya da fiilen yabancıların eline terk edilmiş
Ancak, Kasım aylarının onuncu günlerinde saatler dokuzu beş geçerken, bir dakika ayakta durup, seni düşünmek henüz tümüyle yasak edilmedi...
Ancak, tüm Devlet dairelerindeki fotoğraflarına Avrupa Birliğinden kota uygulaması var...
Bir zamanlar tarihi bir Damat vardı; bu ve benzeri yabancı emir ve talimatlarının uygulama Nazırı olarak görev yapıyordu...
Adamcağız, gerekli bulunan emirleri alır; afiyetle ve harfi harfine uygulardı...
Bugün, bu emir ve talimatlar Vaşingtondan yola çıkıyor; az gidiyor, uz gidiyor; Brüksele varıyor. Ve oradan da, Gümrük Birliği sayesinde, vergisiz, gümrüksüz, birden bire ve şıp-pa-da-nak... gerekli yerlere ulaşıyor; ve derhal ve harfi harfine uygulanıyor...
Nasıl yapsak, Gazi Paşa?..
Biz bu işi nasıl yeniden rayına oturtsak, ne dersin?..
Evet biliyoruz, yaşamın boyunca aynı şeyi söyledin...
- Bağımsızlık benim karakterimdir, dedin.
Ve ülkeye, bir kurtuluş savaşı ve ardından gelen, Ulusal Bağımsızlık hediye ettin.
Onurlu, bağımsız, başı dik, borçsuz, halkının gücüne dayanan ve onun mutluluğunu temel amaç bilen bir Devleti ve o Devletin halkçı, devrimci, ilerici, rasyonel, laik ve aydınlık düzenini ve bu düzene ait ilkeleri düstur eyledin... 6 OK dedin!
Kurduğun partinin bayrağına bu 6 OKu, çiviledin!..
Ancak Bağımsız, laik ve aydınlık Türkiye Cumhuriyetinin bir kişi tarafından kurulup, gelecek kuşaklara armağan edilmesi yetmez... Asla yetmez!
O kuşaklar bu ilkelere sahip çıkamadıktan sonra...
Cumhuriyet, bunca yıllık kazanımları ile, kendi kendisini korumayı bilemedikten sonra...
Gelecek kuşaklar... Yani... biz, siz, onlar... Bağımsız, laik ve aydınlık bir Türkiyeye layık olamayız.
Böyle bir ülkede yaşamaya hak kazanamayız.
Neden mi?
Yaşatmazlar da ondan.
74 yıl... 888 ay... 3848 hafta... 27.010 hafta ve 648.240 saat geçmiş aradan.
Atam, atam... Sen kalk da ben yatam, edebiyatının üzerine, ciddi bir bilinç ve mücadele koymadıkça...
Ve koyamadıkça... Bu ülkede ve bu topraklarda bizi bırakmazlar da ondan...
İşte meselenin temeli bu; ya da temel görevimiz bu!
Bu kadar basit