8 MART

MUSTAFA AÇICI

 

 

Sabah kalkıp, akşam yatıyoruz. Programlanmış robotlar gibi. Tekdüze düşünceler içerisinde ve ekmek kavgası peşinde insancıklarımız. Biz uyurken dünyamız dönüşüne devam ediyor. Belki de kurtulmaya çalışıyor bizlerden. Kirlendikçe yaşlanıyor dünyamız. Yaşlandıkça kirletiyoruz.

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşırken, kadına ve toplumuna duyarlı kesimlerde hummalı çalışmalar devam ediyor. Paneller, açılışlar, sergiler, müzik dinletileri ve biraz da küçük hediyeler. Günün anlam ve önemini duyumsatacak ve yarınlara taşıyacak sevgi ve dayanışma sözcükleri.

 

Vahşetler ve sömürüler dünyasında küçük anlamlı günler. Bu günlerde kadınlarımızın daha bir dayanışma ve uyanma birlikteliği içerisine girmesi gerekmez mi?

 

Toplumumuzun yarısını kadınlarımız oluşturmakta. Ancak bu büyük çoğunluğa rağmen, kendi haklarına sahip çıkan ve bunları daha da geliştirmeye çalışan kadın sayısı maalesef ki bir elin parmakları kadar, az yada biraz fazla o kadar.

 

Eğitimli ve kültür birikimi olan kadınlarımızın durumu ise içler acısı. Bencilliklerinin içerisine hapsolmuş durumundalar. Oysa en büyük görev bu tip kadınlarımıza düşmektedir.

 

Toplumun ve dünyamızın bu hale gelmesinde en büyük sorumluluk eğitimli insanlarımıza düşmektedir.

 

Fırsat eşitsizliğinden yararlanıp, belli sıraları işgal eden ve bilgi ile donatılan insanlarımızın topluma olan borçlarını ödemeleri gerekmez mi?

 

Savaşlardan ve yoksulluklardan, sömürüden en çok etkilenen kadınlarımız değil midir?

 

Öldürülen, ırzına geçilen, taciz edilen...

 

Siyasal düşüncelerinden dolayı ağır cezalar alan, hücrelere atılan, saçları kazınan ve ölüm oruçlarında yakılan...Ya hala bencilliklerinden kurtulamayan, solcularımız, demokratlarımız, sosyal demokratlarımız.

 

Anımsıyor musunuz, toz duman arasında, çağlayan bir ırmaktı yaşam, kıyısında akarken gözyaşlarım, yangınlar içinde, satır aralarında yaşanan.

 

Son görüş gününde getirdiğin, fesleğeni büyütmeye çalışırken, susuz ve güneşsiz, ışıksız ve taşlardan oluşan hücremdeki, mektup kutuma, sürekli yazdım sana, hücremin her karesini anlatan, sürekli, attım ama hiç okumadan...

 

Dışarıdaki resimlerinde, yağız bir delikanlıydı, yanıbaşımda yatan, negatiflerinde bile yüzü gülerdi, hiç çentik atmamıştı duvara, girişi milattan önceydi sanırım, suçu Sokrates'i okumaktı, avurtları çökmüş, kaburgaları sayılır durumdaydı, sayardık da bir teki hep eksik çıkardı, onu dışarıda bıraktım derdi, bir yanı hep dışarıda ve özgür olmalı, insanın yüreği duvarlar içinde olsada.

 

On yıllık bir zincirli yol bu...

 

bol bol sıvı almalısın...

 

ve on yılda, on bin mektup, on bin aşk,

 

ve on yılda, on bin ülkede, on bin hücrede, on bin kadın,

 

Dünyasını seven, cezası ertelenmeyen...