27 MAYIS 1960 İHTİLALİNİN ARKASINDAKİ SIR PERDESİ

 

AK Parti Aydın Milletvekili Mehmet Erdem, “27 Mayıs 1960 darbelerin anasıdır” demiş.

Mehmet Erdem’in tesbiti doğru mu?

Ne doğru, ne de yanlış...

Türkiye’de darbeler 27 Mayıs’la başlamıştır ve yurt dışı tandanslıdır. Yalnız 27 Mayıs değil, bütün post modern darbeler, yurt dışı tandanslıdır.

Ancak Mehmet Erdem o günleri yaşamadığı için Türkiye’nin 27 Mayıs öncesini ve sonrasını tam olarak bilemez. Zaten bilmediği için DP yöneticilerini ‘sütten çıkmış ak kaşık’ gibi görüyor.

DP iktidara gelince Türkiye’de bir değişim yaşandığı doğru. Düşünebiliyor musunuz 1950’de Aydın-İzmir Karayolu bile yoktu. Sanki Söke-İzmir var mıydı? Söke’den İzmir’e ancak 5-6 saatte  gidilebilen ve tek aracın geçebileceği bir patika yol vardı. 27 yıllık CHP iktidarı belli ki Ankara dışına çıkmamıştı. DP, böyle bir ortamda iktidara geldi. 400’ün üstünde milletvekili vardı. DP’ye göre CHP zenginlerin partisiydi. II. Dünye Savaşı döneminde ülkede izlediği politikalar yüzünden halkın gözünden düşmüştü.

DP’de CHP’nin içinden çıkan bir siyasi partiydi. Güya Türkiye’de fakir halkı temsil ediyordu.

Yıllar yılı iktidarda kalan CHP, araya II. Dünya Savaşı girince ülkede hemen hemen hiçbir yatırım yapmamıştı. Kaynak olmadığından değil, hazine tıka basa altınla doluydu. Bu kaynağı harcamak DP’ye nasip oldu. Türkiye’de bir anda bir ithal furyası yaşandı. 1954’e gelindiğinde hazine sıfırı tüketmişti. Seçim ortamıydı. Kimse farkına varmadı. Plânsız bir ekonomik modelin eninde sonunda düşeceği akıbet buydu. Arabalar, traktörler, motosiklet ve bisikletler bile yedek parçası olmadığı için depo ve arsalarda kaderine terk edildi.

Yalancı refah sona erince, ülkedeki siyasi gerilim her geçen gün biraz daha arttı. Toplum, resmen Halk Partisi ve Demokrat dile ikiye bölünmüştü. İktidar sürekli kan kaybediyordu. Bunu gölgelemek için DP, “Vatan cephesi”ni kurdu. Ve bu cepheye katılımları her gün haber bültenlerinde vermeye başladı. Cepheye katılan o kadar çok isim okundu ki, tükenince mezarlıklar listelerini okumaya başladılar. Toplum giderek ortadan ikiye bölündü. Kahveler ayrıldı. DP’liler DP’li esnaflardan, CHP’li CHP’li esnaflardan alış veriş eder hale geldiler.

Sonunda Amerika’dan para istediler. Fazla bir para değildi. ABD 350 milyon dolar karşılığında yeni petrol kanununun çıkarılmasını şart koştu. Petrol şirketleri Avukatı Max Bool’ün hazırladığı petrol yasası, meclisten kavga-dövüş geçti. Genel Kurul’da İnönü’nün başı yarıldı. DP Hükümeti, yeni petrol yasasıyla Amerikan Şirketlerine 80 yıllık petrol arama ruhsatı ile birlikte rafineri kurma hakkı verdi. Ruhsat izni 2039 yılında sona eriyor.

ABD’nin istediğini güle oynaya yerine getiren DP Hükümeti kendinden emin şekilde Amerika seyahati düzenledi. Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu Amerika’ya gitti. Ancak ABD verdiği sözü tutmadı. Türk heyetinin yüzüne bile bakmadı.

Başbakan Adnan Menderes’in yardım alma umudu kalmayınca Amerikan heyetine aynen şöyle konuşur: “Sizin vermediğinizi Sovyetler’den alırım” Bu karşı çıkışıyla sanki ölüm emrini imzalamıştı. Türkiye’ye dönünce Rusya seyahati için hazırlıklar yapmaya başladı. İlk önce Türkiye’nin de içinde bulunduğu “Bağdat Paktı” çöker, dağılır. Arkasından genç subaylardan oluşan, “Milli Birlik Komitesi” bir grup 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilali’ni yapar. DP Milletvekilleri Yassıada’ya hapsedilir. Milletvekillerinin bir çoğu idam cezasına çarptırılır. Sadece Amerika seyahatine giden Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın cezaları infaz edilir. Neden yalnız onlar?

Yassıada Mahkemeleri bütün topluma sinemalardan izletilir. Gülünç ve uyduruk delillerle suçlamalar yapılır. Kentimizin Cumhuriyet Meydanına asılan büyük boy fotoğraflarla insanların nasıl kıyma makinelerinden geçirildiği gösterilir. Fotomontajla, Adnan Menderes ve diğer bakanların kucaklarına montaj edilen kadın fotoğrafları aylarca meydanda teşhir edilir. Bu nasıl bir bölünmüşlüktür ki, toplum resmen iki kutba ayrılmıştı.

Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan bi gayri hakkın idam sehpasına gönderildi. Bu işin sorumlusu kimdi? Ordu mu? Genç subayların yaptığı ihtilal, tümüyle niye orduya mal edilir? İhtilalin dış uzantısı yok muydu?

Yapılan araştırmalarda olduğuna dair deliller bulundu. Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin düzeni” adlı kitabında bu konuya etraflıca değinir. Rumuzla isimler verilir.

Gelecekte 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilalinin üzerindeki sır perdesi tamamen kalkabilir. Ancak şunu unutmayalım; Türkiye’de yapılan askeri ihtilal arkasında dış güçlerin parmağı vardır.

Günümüzde de dış gücün, yani sermayenin desteğini alamayan hiçbir hükümet, uzun süre iktidarda kalamaz.