Türk Silahlı Kuvvetleri, Ortadoğudaki Amerikan çıkarlarının en büyük engelidir
Amerika, önüne dikilen bu engeli aşmadan Ortadoğudaki çıkarlarına kavuşamayacağının bilincindedir.
O zaman yapılacak bir tek şey vardır: Bu engeli aşmak!..
İçinde yaşadığımız sürecin olaylarına bu pencereden baktığınızda, ilk bakışta anlaşılmaz görünen birçok sorunun şifreleri kolayca çözülüvermektedir
Irakta Türk Silahlı Kuvvetleri subaylarının başına çuval geçirilmesi olayı ile Ankaranın göbeğinde, görevli oldukları Genelkurmay Başkanımız tarafından açıklanan Türk Silahlı Kuvvetleri subaylarına güpegündüz, sokak ortasında kelepçe vurulması arasındaki mesafe daralmakta, ilişki yakınlaşmaktadır
Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı a simetrik bir psikolojik savaş yürütüldüğü gerçeği ise, ine bizzat Genelkurmay başkanımız tarafından açıklananan bir diğer somut gerçektir.
Bu tespit, sıradan bir söylem değildir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir SAVAŞ yürütüldüğünü konu alan ciddi bir açıklamadır.
Bu gerçeği tespit eden ve açıklamayı yapan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst komutanıdır!..
Ama bildiğimiz kadarı ile, bir tek Cumhuriyet savcısı dahi, bu tespiti ihbar kabul ederek, söz konusu savaşı açanların kimliğini araştırmak için herhangi bir soruşturma açmış değildir
Bu ne biçim bir ülkedir?
Bu ne türden bir hukuk anlayışıdır?
Türk yargı gücünü ellerinde bulunduranlar, kimliği belirsiz bir ihbara dayanarak Devletin en gizli sırlarını didik dikdik edebilmekte, subaylarına bir süre de olsa kelepçe vurabilmekte Ama bu ülkenin Genelkurmay başkanının resmi beyanını ihbar kabul ederek gerekli soruşturmayı yapmaktan imtina edebilmektedirler
Bu vahim bir gelişmedir.
Gelinen nokta, hukuk açısından, demokratik geleneklerimiz ve Devletin saygınlığı bakımından da ibret verici bir nitelik taşımaktadır.
Devletin polisi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin izini sürmekte, subaylara baskınlar düzenlemekte ve bütün bu yapılanlar, kamuoyuna hukukun olağan gerekleri olarak yansıtılabilmektedir
Hangi hukukun, hangi gerekleri?..
Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı topyekûn psikolojik savaş yürüten kişilerin kovuşturulması hukukun gerekleri arasında değil midir?
Hukuk, sadece bu ülkenin saygın kurumları söz konusu olunca devreye sokulan alelade bir araç haline mi indirgenmiştir?..
Hukuk, herkese eşit uygulanması gereken bir kurallar bütünü değil midir?
Hukuk, bir ülkenin kamu düzenini, siyasal ve sosyal kurumlarını, Devlet örgütünü ve bireylerin hak ve hukukunu koruyan ve kollayan en üst değer değil midir?
Ama, yaşadığımız olayları soğukkanlılıkla ele alıp irdelediğimizde zorunlu olarak vardığımız sonuç, bunun böyle olmadığıdır!..
Ne yazık ki bu, böyledir!..
Hukuk, bağımsızlığını tümüyle yitirmiş, hükümetin [yürütme organının] baskısı altında işleyen alelade bir mekanizmaya dönüştürülmüştür.
Türkiye, Hukuk Devleti ilkesini gerisinde bırakmış Orta Çağ düşüncesinin egemenliğini sürdürdüğü, anti-demokratik, baskıcı, totaliter bir yönetim biçimine doğru hızla ilerlemektedir.
2010 yılının ilk gününde yazılan bu yazı, 2009 yılının bir fotoğrafından ibarettir.
Umudumuz, bu fotoğrafın 20010 yılında rötuşlanması ve ilerleyen zaman içinde çağdaş, aydınlanmacı, tam bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin yeniden oluşturulması yönündedir