Pazar günü, 10 bin kişi, yaklaşık 10 bin bayan Anıtkabirdeydi.
Aynı saatlerde yurdun çeşitli yerlerinde yine bayanlar ön safta meydanlardaydı.
18 ayrı yerde toplanan bayanlar ortalama beşer bin kişilik bir topluluk oluşturdularsa toplam 90 bin kişilik bir bayan topluluğu meydanlarda idi.
Ne yaptılar bu bayanlar.
Ellerindeki pankartlarla, ağızlarındaki Türkiye Laiktir, laik kalacak sloganlarıyla AKP ve MHPyi Atatürke şikâyet ettiler.
Aynı anda türbanlı partililer ne yapıyorlardı biliyor musunuz?
Onlar sokaklarda değildiler.
Onlar mahalle mahalle, ev ev guruplara ayrılmışlar ellerinde çiçekler, paketlerle evleri ziyaret ediyorlardı.
Bir taraftan 90 bin kişi meydanlarda türbanı istemiyoruz, İran olmayacağız diye bağırırken, diğerleri sessiz sedasız oy sözleri topluyorlardı. Zenginlere karanfil, fakirlere paketlerle.
Anıtkabirdeki 10 bin kişi arasında iki kişi gözüme dokundu.
Bir televizyon kanalında ekrana getirildi, kısa da olsa aralarında geçen diyalog dinlettirildi.
Ama sonra ne olduysa, bir daha gösterilmedi.
Anıtkabire giden bayanlar, üniversitelerde türbanın serbest olmasını istemiyorlar ve eleştiriyorlardı.
Türbanı istemeyen her bayan gibi, başında eşarbı ile gidenler de vardı aralarında. İşte ekrana gelen bu görüntüler beni derinden düşündürdü.
Başı açık bayan, yanındaki başörtülü bayana soruyor.
Buraya neden geldin?
Türbana hayır diyenlere destek için.
Öyleyse başındaki ne.
O eşarp hanım. Her zaman taktığım örtü. Adetlerimizdendir.
Olur mu hiç. Hem türbana hayır diyeceksin, hem de türban takacaksın. Madem geldin, başını açarak gelseydin ya. Kamera başka yöne çevrildiğinde bu konuşmada bitmiş oldu.
Hani derdik ya bir altı ay evvelinden. Türban gelirse mahalle baskısı da gelir diye. Çoğu yazarlar yazmıştı. Bende yazmıştım.
Mahalle baskıları zaten vardı ve var olmaya devam edecekti.
Bu görüntülerde bir nevi mahalle baskısı olmuyor mu?
Başı açık bir bayanın, eşarplı bir bayana başını açıp da gel demesi ne oluyor peki?
Şimdi ben korkuyorum gelecekten. Korkuyorum artık. İşin daha kötü günlere gebe kalacağından korkuyorum. Gençliğimde geçirdiğim o güzelim yılların, karanlık, kıp kırmızı görüntüsünün geri gelmesinden korkuyorum.
Kadınların bağırdığı gibi, güzel ülkem İran olmaz, olamaz.
Endonezya hiç olamaz.
Ama, bu olgular oluşsun diye bize dışarıdan kıs kıs gülündüğünü görür gibiyim. Seksen öncesini isteyen güçlerin, zil takıp oynadıklarını görür gibiyim.
AB ülkeleri Türbanı bir özgürlük kısıtlaması olarak görmüyor ve türbanın serbest olmasını istiyor.
Dahası, güneydoğuda yeni harita çizenler, bir yandan meydanlara, bir yandan da iktidara gülücükler yolluyorlar. Tazıya tut, tavşana kaç misali.
Bizdeki karşıtlar da işi, Yüce Atatürke kadar götürerek, işin kaymağı oluyorlar.
Bir liderimiz yeni peygamber mi geliyor diye elinde benzinle dolaşıyor. Diğer liderimiz sen ne anlarsın diyerek benzine ateşle gidiyor.
Balıklara atılan yem ne kadar taze olursa, balık o derecede mutlu olur ve yemi yemek için bir biri ile yarışır.
İktidar da ortaya iyi bir yem attı.
MHP nin ilk önce gördüğü ve planlı olduğunu söylediği yem hilesini kimse dinlemedi. Bu yüzden de bu işten pay kapma sevdasına düştü. Sessiz sedasız olacakları bekliyor. Belki de havanın dumanlanmasını bekliyor.
CHP, yemin tazeliğini görüp, çılgınca atladı yemin üstüne. Aynen Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi.
Ama bilmiyorlar ki iş gündem değiştirmekti. Bu gündem bir tek AKP tarafından yapılmamalıydı. Yanında MHP de olmalıydı ve oldu.
İstemezüklerin bayanları meydanlarda bağırarak seslerini kısarken, AKP bayanları tatlı gülümsemelerde evlere hediyeler dağıtmalıydı ve bu yem de tuttu.
Her sıkıştıklarında Ataya koşanlar, atanın sözlerini, nutkunu iyi analiz etsinler de, Onu sık sık yattığı yerde rahatsız etmesinler.
İçlerinden birleştirici, uyuşmacı, güler yüzlü, yeni bir ATATÜRK, bir lider çıkarsınlar da, meydanlarda avlanmaktan vaz geçsinler.
Onlar meydanlarda durdukça, provokasyoncuların ekmeklerine yağ süreceklerdir, bilmiş olsunlar.
İşi üniversitelerin içine taşıdıklarında bu kötü niyetliler boş durmayacaklar. Allah göstermesin, eskiye dönüş başlayacaktır, üniversiteler kurtarılmış okullara dönüşecektir.
Hatta bu dolabın içinde öğretim üyeleri bile olacaktır. Haberiniz olsun.
Bırakın artık ucuz siyasetleri. Bırakın artık horoz dövüşü kavgaları. Ekonomi hızla çöküyor, esnaf kan ağlıyor, ruhsatsız, kaçak işyerleri ölüm saçıyor. Halk bir dilim ekmeğin peşinde inim inim ağlıyor. 75 milyonluk Türkiyede 22 bin trilyoner nasıl türemiş bunu sorgulayın.
Yerel seçimler yaklaşıyor. Bırakın türbanı, mürbanı. Hadi halkın arasına, hadi evlere. Hadin çalışmaya. Bu vatanı Amerikalısı, Rusu, Almanı, Fransızı kurtarmayacak.