PASTA/CİLA...

 

Eğer ekmek paranızı kendi emeğinizle söke söke kazanmışsanız… Göğsünüzü gere gere harcarsınız o parayı: övünçle, kıvançla, gururla…

Tadına vara vara, keyfini çıkara çıkara alırsınız dondurmacıdan dondurmayı…

Eğer iş hayatında bulunduğunuz yere onun bunun eteğinin altına tutunarak gelmemişseniz eğer… Kendinize güvenir, eleştiriden korkmaz, açık ve şeffaf olmaya cesaret eder, dimdik durursunuz oturduğunuz yerde…

Ama eğer toplumsal cilanızı “sayın müdürüm, pek sayın başkanım, muhterem efendim, velinimetim mirim, “ gibisinden söylemlerle elde ediyorsanız… Vay halinize sayın seyirciler, vay size, vay vay halinize, geleceğinize ve silsilenize…

Pasta/cila…

Arabanın çiziklerine çekilir.

Eskimiş, gözden kaçırılmak istenen en çürük yerlerine sürülür.

Sonra da sıkı sıkıya ovuşturulur pasta ve cila: yedirebilmek için!

Ovuşturulur, ovuşturulur ve böylece parlatılır tüm çürük eski kaportalar.

Sağlamlaştırılır mı?

Hayır…

Sadece gözler boyanır, üstü örtülür pisliklerin.

Böylece pırıl pırıl parlar eski çürükler…

Vitrinlere asılmış politikacı reklamları gibi…

Aslında pasta cila, bir örtüdür, süslü bir yamadır anlayacağınız.

Çürümüşlükleri, eski, pis, yıpranmış cidarları kaplayıp, pisliği süse çeviren bir diadoranttır örneğin…

Peki ya hayata pasta cila çekilebilir mi?

İşte bu yazının aslında temel konusu budur.

Bizce, ekmek parasını kendi emeği ile söke söke kazanmış olan birinin hayatı söz konusu ise, pasta/cila gereksizdir.

Ama, “sayın müdürüm, pek sayın başkanım, muhterem efendim, velinimetim mirim,“ sözlerini kişiliğinin üzerine yapıştırmış olan zat-ı muhteremlere özgüdür pasta/cila yöntemi…

Bu türden kişiler, yaşamlarının rotasını oluşturan yalaka söylem ve davranışlarının ruhlarına yansıttığı sızıyı hissederler zaman zaman…

İşte bunun gibi kısa süreli ve özellikle de iki kadem rakı aracılığı ile ortaya çıkan “samimiyet buhranları”nda yaşamın sallantıları arasında burkulmuş olan vicdanları rahatlatan tek can simidi, pasta/cila’dır..

Parlatırsınız yıpranmış onurunuzu, pasta ikram edersiniz zedelenmiş kişiliğinize, olur biter…

Sonra yeni bir gün başlar.

Söylem, daha da parlamıştır:

-Sayın müdürüm, pek sayın başkanım, muhterem efendim, velinimetim mirim… Arz ederim ki efendim, en iyisini siz bilirsiniz. En büyük başkan bizim başkan!..

Pasta daha bir yaramıştır. Daha gür ve heybetli çıkan yalakanın sesi…

Tazelenmiştir.

Kırılan onurunu kaportacıya tamir ettirmiş, toplumun çalkantılı yaşam eğrisinde karnı acıkmış olan kişiliğine pasta yedirmiştir.

Sıra iyice ovalayıp parlatmaya gelmiştir pasta/cilayı…

Parlat oğlum yalaka…

Parlat, pırıl pırıl parlasın ovuşturulan yerler…

Önceki ve Sonraki Yazılar