NEVZAT LALELİ
ÖNCE İMAN GEREKİR
Ben Müslümanım diyen bir insan,İman etmiş olduğunu ifade etmektedir. İman, İslam, saadet sarayının temelini oluşturur. İman kalptedir, gözle görülmez. İman etmediği halde Müslüman olduğunu söyleyen, içi başka dışı başka birisi, riyakâr bir münafıktır veya tarihte görüldüğü gibi Müslümanları kandırarak, ihanet eden Sabataist, dönme dir.
Kuran-ı Kerim birçok ayetinde, Ey iman edenler diye başlamakta, sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Rabimiz, inanan bir insanı kendine muhatap alarak ona emir ve yasaklarını bildirmektedir. Düşünebiliyor musunuz? Yaratılmış ve aciz bir kul olarak Allaha (c.c) muhatap olabilmek ne büyük bir şereftir. İşte Allah (c.c) bu şeref, sadece İslamı din olarak seçmiş bulunan Müslümanlara aittir. Bir takım insanlar, hangi makam ve mevkide olurlarsa olsunlar, Müslümanları hafife almakta, inançlarından dolayı, giydikleri kıyafetlerden dolayı onları alaya almakta ve hatta hakaret etmektedirler. Kudret ve kuvvet sahibi Allaha muhatap olma şerefine erişen Müslümanın yüceliği nerede, Müslümanları alaya almaya çalışan basit adamların seviyesi nerede. Bunlar bilmiyorlar ki, yaratıcısı ve onun emirleri uğranda göreceği bütün çile ve eziyetler karşısında Müslüman büyük ecirlere erişmekte, zorluklara karşı dayanma gücü artmakta ve çelikleşmektedir. Zorbaların, zalimlerin yanında yer alanlar da isterse Müslüman olsunlar, büyük veballerin altına girmektedirler.
HAKKA İMAN ESASTIR
Efendim, o da din, bu da din. O ona inanıyor bu da buna inanıyor diyemeyiz. Rabbimiz, inancımızın esaslarını bildirmiş, onun elçisi Peygamberimiz bunları Müslümanlara tebliğ etmiş (duyurmuş) tur. İmanının birinci maddesi, Allahın varlığına ve birliğine inanmaktır. Allah (hâşâ) üçtür, diyenler ile tarih boyunca kutsal kitapları kendi çıkarları doğrultusunda tahrif ederek (değiştirerek), peygamberlerini yalanlamaya ve hatta öldürmeye teşebbüs ederek kendilerini ilah yerine koyanlar, bu hareketleriyle de Allah (hâşâ) hiçtir demeye yeltenenler, çeşitli putları ilahlaştırarak onlara tapanlar, Allaha şirk (ortak) koşanlardırlar. Şirk ise bütün kötülüklerin anasıdır. Aklı olduğu halde gerçekle yanlış arasındaki açık farkları göremeyen ve Allaha şirk koşanların inançları, hiç hak ve hakikate inananların imanı ile bir tutulabilir mi? Dinler arası diyalog sözü bu bakımdan çok yanlış seçilmiş bir sözdür. Bu sözle karşınızdakinin dini ile kendi dininizi aynı seviyede tutuyorsunuz demektir. Buna Müslümanlar razı olsalar bile, Allah (c.c) razı olamamakta, Lokman suresi 13 de; Şirk, büyük bir zülümdür buyrulmaktadır.
Hak ve hakikate inanmayanlara acımak, onların dünya ve ahirette mutlu olmalarını isteyerek, hidayetleri için çalışmak Müslümana büyük ecir ve sevaplar kazandırmaktadır. Peygamberimiz; Bir insanın sizin elinizle hidayete (doğru yola) gelmesi, yerin altında hazineler bulmanızdan hayırlıdır buyurmaktadır.
Bu, şu demek değildir. Madem bu adamların dinleri yanlıştır, o halde bu adamları esir edelim, vurup kırıp öldürelim. Hayır. Böyle bir şeyi yapmamıza da imkân yoktur. Çünkü bir başka İslam kuralı bizlere, Dinde zorlama yoktur buyurmaktadır. Din yani bir insanın dünya görüşü, o insanın kendi isteğiyle şekillenecek, ona hiçbir baskı uygulanmayacaktır.
İNANCIN TAMAMI
Allaha imanın mütemmimi (tamlayıcısı) Hazreti Muhammedin, onun kulu ve resülü (elçisi) olduğuna inanmaktan geçer. Çünkü kelime-i şehâdet (şahitlik)in ikinci kısmında Ve eşhedü enne Muhammeden abd-ü hu ve rasulu hü şartı bulunmaktadır.
Kim ki, peygamberimizi tanımıyorsa, onun Allaha (c.c) imanı da yok demektir. Bunlar, kelime-i şehadet ve kelime-i tevhid olarak belirtilen sözlerin belirttiği önemli gerçeklerdendir. Peygamberimizin kul olması, Resul kelimesinden önce zikredilmekte, bir insan olarak yaptığı hareketlerle, söylediği sözlerle bütün insanlığa örnek olmaktadır. Elçi, onu göndereni temsil eder. Elçiye zeval olmaz O, ne getirmişse, ne istemişse elçiyi gönderenden getirmiş ve istemiştir. Elçiye hıyanet eden (yalanlayan) de elçiyi göndereni yalanlamış olur. Allah (c.c) da kulu Hazreti Muhammedi tüm insanlığa elçi göndermiş ve O (Peygamber) size neyi vermişse onu alın, size neyi men etmişse (yasaklamışsa) ondan vazgeçin buyurmuştur. Allahın kullarına düşen şey Allahla (c.c) birlikte elçisini de tanımaktır. Kaldı ki, Nisa suresi ayet 59 da, Allaha, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin buyurmakla, böyle bir iddiayı baştan kesmektedir.
MEZHEPLERİN ÇIKIŞI
Allahı (c.c) ve Kuran-ı kerimi en iyi tanıyan, onu en güzel bir şekilde yorumlayan Peygamberimizdir. Kim, ben, Kurana bakar, ne diyorsa onu yaparım diyorsa yanılmaktadır. Kimsenin Allahı (c.c) ve onun gönderdiklerini, Peygamberimiz kadar tanıması ve bilemesi mümkün değildir. Mesela, bunlar, Kuran-ı Kerimi kırk yıl okusalar, İslamın direği olan namazın miktar ve şeklini tayin edemezler. Her bir emrin uygulama ve detayları, bizzat Peygamberimizin uygulamasıyla (sünnetiyle) ve ifadeleriyle (Hadis-i şerifleri) ile ortaya çıkmaktadır. İşte, inançta bir olan Müslümanların uygulama ve detaylarda ki farklı algılamaları Mezheplerin çıkmasını sağlamıştır
Müslüman, Allah (c.c) katından gönderilen bütün peygamberleri tanır ve onların peygamberliklerini tasdik eder. Ancak, Hıristiyanlar ve Yahudiler, İncil ve Tevratı tahrif ettikleri (değiştirdikleri) yetmiyormuş gibi son peygamber Hazreti Muhammedin peygamber olduğunu kabul etmezler. Sanki her şeyi yoktan var eden yüce Rabbimiz, kimi peygamber seçeceğini (hâşâ) onlardan soracaktır. Allahın (c.c) gönderdiklerine ya inanırsınız veya inkâr edersiniz. Bunların ikisi de mümkündür. Ancak sonucuna katlanmanız şartıyla