ABDULLAH ZİYA KABAK
KÖYÜN DELİLERİ 2
* Önceki sayıdan devam
Defalarca yüreğime vazgeçmek geldiyse de rolümü, kuralına göre oynamak zorunda idim. Ne var ki benim davranışlarım, bazılarının gözünü takılmış olacak ki, karanlığın karabasan gibi çöktüğü saatlerde, tanımadığım bazı kişiler, yolumu çevirdiler. Onlarla diyalog kurmaya çalıştım. Ama ikna edemedim. Belli ki üzerime şartlı gönderilmişlerdi. Affetmeleri için mecnunlar gibi yalvardım. Ne yazık ki, içlerinde beni anlayabilecek bir insan evladı çıkmadı. Biran kaçmayı tasarladım. Başarılı olamayacağıma kanaat getirince, uygulamaktan vazgeçtim. Son çare olarak, birilerinin dikkatini çekmek için bağırmaya çalıştığım sırada başımdan sert darbe aldım. Sonrasını hatırlayamıyorum. Gözlerimi açtığımda hastahanede olduğumu öğrendim. Sonraki geçen süreç içersinde, doktorların bilgilerine dayanarak, hayatta kalışımın bir mucize olduğunu söylediler.
Tedavi gördükten sonra ailemin yanına sığınıp bir daha okula dönmedim. Şubeye dilekçe vererek, kendi isteğimle askere gittim. Askerliğimi, noksansız olarak tamamladım. Ne var ki teskere sonrasındaki günlerim, ruhsal dengemin dönüm noktası oldu. Dolayısıyla arada bir sinir nöbetleri geçirir oldum. Ailemin ısrarları üzerine tekrar hastahaneye yattım. Sıkı tedavi neticesinde sağlığıma tekrar kavuştum. Ama deli imajından bir türlü kurtulamadım. Benimle küçük çocuklar bile dalga geçmeye çalışıyorlardedi.
Ayşe Bacı, onu can havliyle dinlerken, kadınlık duygusundan olsa gerek, gözyaşlarını tutamadı. İkisi de kendi hayat çizgilerinde yaşamlarını sürdüren mazlum kişilerdi. Lakin Ayşe Bacının ona nazaran avantajlı yanları vardı. Kadınlığının yanı sıra geçimini temin ettiği değirmenin sahibi idi. Ev sahipliği vasfını kullanarak, bir sofra yemek hazırlayıp ortaya koydu. Mehmet, sofrayı görünce gitmek üzere ayaklandı. Ayşe Bacı, onu engelleyerek:
-Mehmet, sofraya yanaş. Lokmalarımızı çiğnerken, benim de sana anlatacaklarım var! dedi.
Köyün iki delisi, destur çekerek sofraya oturdular. Etraflarına bakmadan lokmaları peş peşe öğütmeye başladılar.
Mehmet, onun anlatacaklarını merak içinde bekliyordu. Ama iştahını bölmemek için hatırlatmak istemedi.
Ayşe Bacı, bereket dileyerek sofradan ayrılıp ocaktaki ateşe kahve suyu koydu. O esnada Mehmet de bereket dileyerek sofradan ayrılıp tütün kesesinden sigara dolamaya başladı. Dolayısıyla hayat hikâyesini anlatma sırası Ayşe Bacıya gelmişti. Kahveyi, fincanlara bölüştürdükten sonra söze başladı:
-Ben, gözlerimi bu değirmende açmışım. Mahrumiyetten dolayı annem beni doğururken ölmüş. Babam ise tek çocuklu dul kalmasına rağmen, tekrar evlenmeye yanaşmamış. Beni, kendisine yardımcı güç olabilmem için bir erkek çocuğu gibi eğitiyordu. Akranlarım, bez bebek oynarken ben, babama yardım ediyordum.
Okul çağına gelmiş olmalıyım ki, okula götürülmek üzere muhtar ile öğretmen geldi. Babam, benim yerime yardımcı bir kişi bulmalarını ısrar edince, yorumsuz ayrılıp gittiler.
Dolayısıyla onu uyarak cahil büyümeye devam ettim. Geçen yıllar içinde, hasat sonlarında hububat şenlikleri yapılırdı. Defalarca, at yarışları ile cirit oyunlarında birinci geldiğim oldu. Bir defasında silahlı atış yarışması düzenlendi. Yarışmaya katılmak üzere müracaatta bulundum. Yarışma komitesi, bayan olduğum için kabul etmedi. Ne var ki beni tanıyanlar, komiteye baskı uygulayınca yarışmaya kabul edildim. Yarışma, oldukça çetin geçiyordu. Onlarca kişi elendikten sonra Muhtar Alinin babası ile finale kaldık. Heyecan doruğa çıkmıştı. Üstelik tek atış hakkımız vardı. Erkeklik gururlarını çiğnetmemek için ilk atış hakkını ona verdiler.
Dakikalarca nişan alıp hedefi tam isabetten vurunca, benim atış yapmama gerek kalmamıştı. O esnada babam, yanıma yaklaşarak, on adım geriden atış etmemi önerdi. Onca insan, dikkatlerini benim üzerime çevirdiler. Bazı kişilerin alaycı tavırları yüreğime dokununca, yirmi adım geriye çekilerek atışımı gerçekleştirdim. Sonucu beklemeden babam ile değirmene döndük. Biz yok iken, yarışmanın galibi olarak beni ilan etmişler. Ödül olarak bana bir tüfek verdiler.
O günden sonra, çevre köyleri dahil olmak üzere herkes beni bir erkek gibi görseler de hemcinslerim benimle her zaman gurur duyarlar.
Babam, bir zemheri günü aniden rahatsızlandı. Köyümüzde sağlık ocağı bulunmadığından dolayı, onu en yakın merkez köylerden birisine götürmeye karar verdim. Aklıma ilk gelen muhtarın aracı oldu. Lakin kar ile örtülü yollarda onun işe yaramadığını anımsayınca kızak hazırladım. Babamı, kalın abalar içine sarıp sarmaladıktan sonra üzerine yatırdım. Noksanlarımı defalarca gözden geçirdim. Bir anormallik görmeyince, onu beygirin yedeğine bağladım. Bu hazırlanışı, rahmetli kendisi öğretmişti bana. Dışarıdaki yoğun tipiye rağmen alelacele yola çıktım. Var gücümle menzile ulaşmaya çalışıyordum. Kar öbekleri, yolumu engellemeye çalışsalar da bana vız geliyordu. Diğer taraftan, babamı canlı tutabilmek için konuşturmayı ihmal etmiyordum.
O gün, şans benden yana gülmüştü. Köyden, tipi ile ayrılmıştım. Süreç ilerledikçe tipinin ardı kesildi. Yolumu daha net görmeye başladım. Bu tabiat olayı, benim için mucize sayılırdı. Bata çıka yolumu arşınlarken, gün batımına yakın sağlık ocağına ulaştım. Bizi gören doktor ile hemşire, olağan üstü âlâka göstererek babamı bakım odasına aldılar.
- Devam edecek-