FARUK HAKSAL
KÖŞE
Köşe yazısı yazmak, karanlıkta yumruk sallamaya benziyor.
Karşıyı görmüyorsun, Önünü de, arkanı da...
Sadece yazıyorsun.
Savunduğun yumruklar birisine isabet etse de, bilmiyorsun kim olduğunu, yumruğun neresine geldiğini... Ve acıtıp açılmadığını.
Bir düşünceyi fırlatıp atıyorsun karanlığa.
O karanlığın içinden yankılanan sesi de duymuyorsun, nefesi de.
Bir duyguyu, en kıymetli varlığını savuruyorsun boşluğa... Çıt yok!
Ve böylece ıssız bir kalabalığını içinde yürüyorsun: Sabırla, inatla, inançla...
Niçin sabır?
Niçin inat?
Niçin inanç?
Sadece sorumluluk duygusu ile açıklanabilir mi bu üç öğenin varoluşu?
Ama yazmadan edemiyorsun.
Tek somut gerçek bu.
Ötekiler soyut, belli belirsiz, hatta neredeyse “sanal...”
Belki de, hesaplaşma kavramı ile açıklanabilir bu somut gerçek, belki de...
Belki, “kendi”ne doğru yürüme eyleminden satırların arasına sinsice saklanan bir kaçıştır “köşe”... Yazmak!
Toplumun köşesi, sosyal ve siyasal ve güncel meselelerin, basit ve yavan ve tek boyutlu gerçeklerin ve şunun ve bunun içine saklanmaktadır, mesela...
Yani örneğin, sanki mesela; falan ve filan gibi...
Konuşurken, düşünce ve duygularınızı karşınızdaki kişinin yüzü ve vücut diline göre ayarlayabiliyorsunuz; bir bakıma kendinizden ödün veriyorsunuz. Sözlerinizi sosyalin baskısı-muaşeret kuralları-varolan koşullar-ve günün gündemine göre yani, sansürden geçiriyorsunuz.
Belki gereksiz yere sinirleniyor ve sözcüklerinizi bu türden bir katsayıya göre yeniden biçimlendirir, ortama uyarlıyorsunuz…
Ama yazarken böyle değil!..
Sadece “kendiniz” adı verilen bir fenomenle baş/başasınız.
Kendi düşüncelerinizin ve duygularınızın sarmalında tek başınasınız.
Kendi başınızı yine ancak kendin döndürebilir; sevinçlerinizi dilediğiniz gibi satırlara yükleyebilirsiniz.
Yani özgürsünüz.
Bir siz bir de klavyenin tuşları.
Öfkeni ayarlanabil, sevinçler çimdiklenebilir, coşkular sere serpe, [dilediğiniz gibi]yaşanabilir.
Çünkü klavyenin üzerinde “del” yazan bir tuş var...
Yaşarken yok.
Yaşamanın geri vitesi yok...
Yaşamak şakaya gelmez demiş, ünlü şairimiz.
Ona göre, büyük bir ciddiyetle yaşayacakmışız,
“Bir sincap gibi, mesela...”
Yani?
Bundan sonrasını herhalde biliyorsunuzdur.
İşte öyle!