KÖR DÖVÜŞÜ

Çağdaşlaşma yolunda geri giden ilk ülke olma şerefine nail olmak için dinlisi, dinsizi, laiki, antilaiki, ortayolcusu, sosyaldemokratı, milliyetçisi, Atatürk’çüsü el ele vermiş dolu dizgin koşuyoruz. Aylardır bir kaşık suda fırtına koparan türban tartışmaları zaten her dönem var olagelen korku kültürümüze yeni bir boyut kattı. Katkı sağlayan her kurum ve kuruluşa, her bireye ansiklopedilerin korku kültürü nasıl yaratılır maddesine sağladıkları katkı için teşekkür etmeden geçemiyeceğim.   

Siyasilerden, gazetecilere, akademisyenlerden, televizyonculara erkek egemen bir anlayışın ürünü olarak kadınlar üzerine bu kadar konuşma hakkını kim veriyor abaca. Hemen din diyenler olacak duyar gibiyim. Peki türbana karşı olan tarafta da erkekler konuşuyor buna ne demeli. Benim açık mı kapalı mı olacağım, dini inançlarım gereği nasıl giyineceğim veya giyinmeyeceğim sizi neden bu kadar ilgilendiriyor.  Son haftalarda üniversitelerden yapılan televizyon yayınlarında türbandan, anayasa değişikliğine, parti kapatılmasından , sosyal güvenlik yasasına kadar pek çok konuda öğrenciler tartıştırılıyor. Evet özellikle tartıştırılıyor ve bilinçli olarak taraf yaratılmaya çalışılıyor. Ya da ben o izlenimi edindim.   

Büyük kentlerin özel ve devlet üniversitelerinden yapılan bu yayınlarda,  iki lafı bir araya getiremeyen, konuşurken elleri  ve sesleri titreyen, her sözlerinde basma kalıp klişe sloganlarla kendini ifade etmeye çalışan üniversiteli genç insan görüntüsü beni çok üzüyor. Ne zaman ki farklı bir bakış açısıyla seslenen, kendi dinamiklerinden beslenmiş bir sözü olan ayağa kalksa susturuluyor, yok sayılıyor. Kendi hallerine bırakıldıklarında birbirlerinden hiç rahatsız olmayan farklı  inanç, felsefe, yaşam tarzını benimsemiş insanlar birileri siz düşmansınız dedikçe düşmanlaşıyor. Keza program konukları arasında yaşanan gerginlik ve birbirini anlamama üzerine kurulu senaryolar da çabası.  

Özgür düşünce,  sorgulama, tartışma, yorumlama ve gelişme kapısıdır üniversiteler. Gelişme batılılaşma değildir, doğululaşma, uzakdoğululaşma, yani kısaca başkalaşma değildir. Varoluşunun nedenlerin sorgulama, bilinç, us, bilgi, duygu ve entelektüel birikimlerini geliştirme, zenginleştirme ve bu zenginlikten yeni bir insan yeni bir toplum yaratma çabasıdır.

Kendi öz varlığıyla çatışmayan, ötekini yok saymayan doğunun, batının , kuzeyin, güneyin kısacası seni sen yapan tüm değerlerin sentezlendiği bizi barış ve sevgiyle bir arada tutabilecek yeni bir dünya yaratabilme çabasıdır gelişme.  Bu çabayı  giyim – kuşam, saç-baş, ten rengi,  sakal-bıyık düzleminde basite indirgediğimizde dünyanın bir yerlerinde birileri atı alıp Üskar’ı çoktan geçmiş olacaklar.  

Okullarımız içler acısı. İşte birkaç gün önce hepimiz izledik. Lise öğrencisi Çanakkale’yi Kars ile Erzurum arasında sanıyor. Daha neleri ne sananlar var kimbilir? Üniversitelerimiz bilim kapısı olmaktan uzak. Yalnızca diploma alabilmek adına insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılan öğrenciler,  yaltakçılık, yalakalık, sığınmacılık anlayışının kurbanı olmak zorunda. Gençlerimiz serseri mayın gibi oradan oraya savruluyor. Kimi uzak doğu felsefesine, kimi radikal dinci akımlara, kimi, newage  akımlara kapılmış, kimi yolunu şaşırmış, kimi nihilizme buluşmuş. Analar babalar şaşkın. Onlara vaat edebilecekleri bir gelecek, umut dolu yarınlar, barış ve sevgi dolu bir dünya yok. Ancak yeni bir ayakkabı, yeni bir kot, yeni bir bilgisayar, yeni bir cep telefonu ile motive edebildikleri çocuklarına alış veriş merkezleri, tüketilecek binlerce ürün ve kirlenmiş bir dünya bırakacaklar.  

Bir kör dövüşü içinde debelenip duruyoruz.  Yaşam akıp gidiyor binlerce genç umut arıyor, gelecek arıyor, güven arıyor. Nasıl bu hale geldik sorgulaması yapılmadan çözüm üretmek mümkün mü?  Hep bana Rabbena anlayışı, bana bir şey olmaz rahatlığı, memleket bizim anlayışı ile  hareket etmeyi gelenek haline getirmiş anlayışların sonucu her bireyin, her politikacının, her akademisyenin, her aydının ve her her her  olarak uzayıp giden tüm düşünme yetisine sahip varlıkların payı yok mu bu gidişte. Dünden bugüne oluşmaz politikalar. Bildiğini söylemeyen, doğrudan ve haktan yana olmayan, adaleti sadece kendine adil kılan, en kutsal hak olan yaşama hakkını yalnızca kendine reva gören, ötekileştirmelere destek veren, benden sonrası tufan diyen anlayışlarla yönetilen toplumların geleceği nokta bundan evla olmayacak elbette.  

Bir taraftan emeklilik yaşını 65 yapmaya çalışmak, bir taraftan 45’ine gelmeden insanları en verimli çağında emekliye ayırmak. Çalışanın emekli olmak için çırpındığı, emeklinin çalışmak için yırtındığı bir ülke var mı bildiğiniz? Bir ülkede siz paçanızı kurtardınız biz çocuklarınızın yaşanımı ipotek altına alıyoruz, ne var bunda bu kadar kızacak diyen bir yönetime, sigortasız işci çalıştıran, elemanının posasını çıkarıp kapı önüne koyan, değişik adlar altında haksız rekabet yaratarak çalışanlar arasında farklı statüler oluşturan, işten atmakla, aç bırakmakla tehdit eden, 12-14 saate varan mesailerle asgari ücrete talim ettiren iş verenlerin söyleyecek sözü var mıdır acaba? Varsa yoksa İran olmayalım, Malezya olmayalım, türban takalım, başımızı açalımlarla geçirilen süreçlerde bir yerlerde bir çok konuda mutabakat sağlanıyor da biz mi bihaberiz.  

Tabi ki her alanda çoklarını tenzih ederim. Elbetteki bu ülkede iyi şeyler de oluyor ve olacak. Her alanda iyiler öyle sesiz ve öyle mütevazı ki, bu kadar şamata ve sahte ışık körlük ve sağırlık yarattığından onlara ulaşabilmek için gönül  ve akıl gözünü açmak, gerçek müziği duymak gerek. 

Önceki ve Sonraki Yazılar