KISKANIYORUM!..

Bu yazı Didim'e yaklaşık olarak 2.300 kilometre uzakta yazıldı. [Yani yazılıyor]
Türkiye uzak bir anı şu anda.
Düşüncemi kurcalayan tüm sorunları ile Didim [Akbük], iç acıtan kültür paradoksları, tüm doğal güzellikleri/ kıymetleri/ değerleri/ ve zenginlikleri ile çok uzak ve çok çekici...
Klavyenin üzerinde durduğu masanın ayakları bir uzak Akdeniz ülkesinin toprağına basıyor.
Ve ağzımın içinde tükenmeyen bir acılık, dilim pas içinde;
-    Kıskanıyorum!
Şu karşımdaki delikanlının sevgilisini sere serpe okşarken, toplumun onu ayıplamayacağından emin olmasını kıskanıyorum.
İnsanların birbirlerine karşı kibarlıklarını, saygılılıklarını kıskanıyorum.
Şu karşımda yemek yiyen yaşını başını almış "amca"nın, içinde yaşadığı toplumun bir parçası olma bilincini [kıvanç duyarak] sindirmiş ve ülkesinin bir birey/yurttaşı olmasının sorumluluğunu onurla omuzlamış olmasını kıskanıyorum.
Ben bu insanları gerçekten, abartısız ve reel olarak kıskanıyorum.
Niçin bizim Ayşe hanımın oğlu test çözmeyi çalışmak olarak anlar ve öylesine yaşar?
Niçin, Halis Bey, torununa el öptürmeyi terbiye olarak algılar?
Niçin, Sebahat hanımın kocası, rakı sofrasındaki üçüncü kadehini rezilliklere bulaştırmadan içemez?
Niçin bu küçük şeyler o derece büyüktür?
Niçin, "güzel ve yüksek şeyler" bu küçüklüklere merhem olamaz?
Niçin?
Ve sonra... şu önümdeki klavye niçin kıskançlık sözcüğünün önünde raks eder; ardında diz çöker ve sızlanır?
Niçin?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar