ALİ GENÇLİ
KENTİMİ SEVİYORUM -5-
(geçen haftadan devam)
Oyuncakçı, köfteci, sarraf, kuaför, telefoncu, baharatçı. Karşıda; sarraf, telefoncu. Hem de ardı ardına birkaç telefoncu. Cep telefonları çöplüğüne dönüşmüş ülkeler arasında ilk sıralardayız. Belki de ilk sırada, teknolojinin ulaştığı uç nokta neredeyse biz ertesi gün oradayız. Varsıl çocukları birbirleriyle yarışıyorlar, milyarları aşan fiyatlarda telefonlar ceplerinde. Sektörsel olarak zirvede telefonculuk. Bir söyleşisinde Sevgili Üstün Dökmen; bu tür alışkanlıklarımızın kökten geldiğini ve bir süre sonra kendi mecrasına döndüğünü, olanları normal karşılamak gerektiğini söylerken, örnekler vermişti. Atalarımız atı evcilleştirdiklerinde yıllarca ata binme alışkanlıklarını sürdürmüşler ve zaman zaman tüm zamanlarını at üstünde geçirmişlerdi, yine geçmiş yıllarda transistorlu radyolar çıktığında neredeyse her gencin omzunda kulağına dayalı radyolarla gezmek bir ayrıcalık kabul edilmişti. Özellikle yurt dışından gelen genç işçilerimizin görüntüleri ne kadar ilginçti, o zamanlar. Şimdi de bilgi sayar ve cep telefonu bağımlılığı had safhada. Bu da bir zaman sonra gelip geçecektir demişti. Telefon, gerekli olduğu zamanlarda haberleşmek için kullanılmaktan çıkmış, en yenisine, en güzeline sahip olmanın ayrıcalıklı gösterişinin yanında, fotoğraf makinesi, video , radyo, internet, televizyon, ses kayıt işlevselliğiyle birlikte her babayiğidin tam anlamıyla kullanamayacağı karmaşık yapıya dönüştürülmüş durumda. Daha önceki yazılarımdan birisinde benzer işyeri açılmada sınırlama getirilmelidir demiştim ya , telefonculuk için bu önerim geçerli değil. Var olduğu kadar daha telefoncu açılsa iş yapar diye düşünüyorum. Çünkü ne kadar insan, o kadar telefon. Başka bir deyimle kent nüfusu olarak insan başına telefon sayısı birebirdir desem abartmış olmam sanırım.
Yan yana dört telefoncunun yanında, yaşdaşı bir çok batan bakanın yanında, el değiştirmiş olsa da eskilerden günümüze ermiş bankadan sonraki kısık, parka açılıyor. Daha Sökeli olmadan önce, Sökeye geldiğimizde Ayvalık tostuyla ayaküstü atıştırdığımız kafeterya yoldan geçenleri rahatsız etmeyecek şekilde dışarı attığı masalarıyla konuklarını ağırlıyor. Cadde trafiğe kapatıldığında bu tür kafeteryalar sevgi yoluna da yakışacaktır.
Sarraf, milyoncu, çiğ köfteci. Sarraf yıllar öncesinden geliyor ama, bu çiğ köfteci ve milyoncular son yıllarda her yerde, mantar gibi bitmeye başladı. Hatırı sayılır çoklukta müşterileri de var. Bu meslekler tuttu yani. Hemen hemen her kentte , her kasabada aynı görüntülere rastlamak mümkün. Bir de bu çiğ köfteler tescillendi ve marka oldu. Zaman zaman uğradığım adını bilmediğim ama samimi ve güleç yüzüyle selamlaşmaktan keyif aldığım çiğ köfteci arkadaş, cadde boyunca selamlaştığım adsız dostlarımdan birisi.
Milyonculara gelince, son yıllarda dünya ticaretinde her keseye göre ve sayısız ürünü ucuz üreterek piyasayı ele geçiren Çin için, ülkemiz de önemli bir Pazar durumuna geldi. Milyoncular varsı l- yoksul herkesimin uğrak yeri oldu. Cadde üzerinde büyük iş yapan benzer işyerlerini görmek mümkün.
Büyük giyim mağazalarının caddeye sığmayan rengarenk vitrinleri marka giysilerle müşterilerini bekliyor.
Hacı Ziya Bey camiine açılan ara sokak. Sağda Antik Kafe, çekilmez sıcak günlerin serinletici köşesi. Kendine özgü dizaynı ve güler yüzlü hizmet anlayışıyla dostlarımızla çay içebileceğimiz bir mekan.
Hacı Ziya Bey camisi saklı kalmış bir tarih gibi. Çevresindeki keşmekeşlik düzene girdiğinde, değerini bulacağını düşündüğüm, farkına varılmamış bu tanrı evi, aslında başlı başına bir yazı konusu olacak öyküye sahip bir tarihi değer.
(devamı haftaya)