“KADIN OLARAK DOĞULMAZ; KADIN OLUNUR!..”

 

Ülkemizde “kadın hakları”ndan ve kadın dayanışmasından söz edildiğinde ilk akla gelenler, kadına karşı şiddetin kınanması ve seçme seçilme haklarının pratik hayatta geliştirilmesi noktasının etrafında dönüyor ve o noktada donup kalıyor.

Oysa…

Bizce kadınların tarih boyunca erkeklerden daha az hakka sahip olmaları, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda erkeklerin gerisinde yer almalarının temelindeki neden, günün ve gün içindeki sürenin paylaşımında yatmaktadır.

Kadın eve tıkılmıştır.

Çalışma alanı çocuk büyütmek, ev işlerini yapmak ve yemek pişirmekten ibaret olan bir alana sıkıştırılmıştır.

Erkek evin dışındadır.

İş hayatının ve hayat mücadelesinin tam ortasındadır.

Toplumsal yarışın itici gücü içinde kendi kişisel ilerlemesinin enerjisini üretmek zorunda kalmakta ve bu enerjiyi üreterek doğru kullandığı ölçüde de gelişmekte ve güçlenmektedir.

Kadın evin duvarları arasında kaldığı sürece ağzıyla kuş tutsa bu yarışta geri kalmaya mahkûmdur.

Bizce kadın hakları denince ilk akla gelmesi gereken şey, zamanın kadınlar ve erkeklerce kullanılışındaki eşitliği elde etmek, evdeki emek paylaşımı ile, dış dünyadaki paylaşım organizasyonlarını yeniden gözden geçirmektir.

Söz konusu yeniden gözden geçirme demokrasi kavramına da yeni ufuklar getirecektir.

Çünkü zamanın eşit ve ortaklaşa paylaşımı ile ilgili hak arayışları, bu yöndeki kadın çıkarlarını aşacak ve tüm toplumun demokratikleşmesini sağlayacak yeni bir uygarlık platformu oluşturacaktır.

Eşitliğin bu yeni uygar tanımı, ölen alanın ve iş dünyasının kadın-erkek beraberce yüklenilmesi ve yaşanması sonucunu ortaya çıkartacaktır.

Bu düzleme taşınan kadın-erkek ilişkisi, aynı zamanda kültürel anlamda da yeni kontak noktalarının ortaya çıkmasına, müşterek mutabakatların artmasına ve eşlerin birbirlerini daha yakından tanıyarak, beraberliklerinin yarattığı ortak paydaya yeni kültürel ve duygusal öğeler katmalarına imkan tanıyacaktır.

Oysa tarih boyunca kadınlar, hemen hemen her ülkede ve kültürde, kendi yükselişlerini frenleyen çok sayıda engelle karşı karşıya kalmışlardır. Bu engeller genellikle “eksik” sözcüğü ile dile getirilir:

Zaman eksiği, bilgi eksikliği, kendine güven eksikliği, ekonomik eksiklik, destek ve teşvik eksikliği, kadın örgütlerinin örgütlenme ve dayanışma eksikliği… vs.

Söz konusu eksikliklerin üzerini örten toplumsal önyargılar ise, kadın yaşamını daha daraltmış ve çetinleştirmiştir…

Ünlü bir [kadın] düşünürün bir sözünü bu noktada anmak oldukça yararlı olacaktır.

Şöyle diyor düşünürümüz:

- Kadın olarak doğulmaz; kadın olunur!..

Bu söz büyük anlamlar yüklüdür…

Ve sanıyoruz esası şudur:

- İnsan olarak doğulmaz; insan olunur!..

Doğduğumuzda bedenimiz, dimağımız ve ruhumuz çok sayıda imkanlar alanı bahşeder bizlere…

İşte bu imkanları kullanarak büyürüz.

Ve böylece de insan ya da yukarıdaki düşünürümüzün özellikle altını çizdiği biçimde “kadın” ya da erkek oluruz…

Çünkü bir insanın, sahip çıkması gereken en öndeki unsur, kendi bireyliğidir.

Yani insanlığıdır.

Yani varoluşudur!

Hepsi bu kadar.

Önceki ve Sonraki Yazılar