E. TURGUT TEKİN
Hümeyra Sultanın Güney Ege Turizmine unutulmaz katkıları
Sökeyi Tanıtma ve
Eski Harabeleri Koruma Cemiyetinin Başkanı Hümeyra Sultanın
Güney Ege Turizmine unutulmaz katkıları
Adına ilk kere, 1950li yıllarda Sökede yayımlanmış bir gazetede rastladım. Cumhuriyetimizin 75. yılı nedeniyle CUMHURİYETİN 75. YILINDA SÖKE BELEDİYESİ adıyla bir araştırma yapıyordum. Sökenin eski Belediye Başkanlarından Ekrem Karakaş dönemini kendisiyle görüşürken o yıllara ait elinde ne kadar doküman varsa incelemem için bana verdi. Ekrem Karakaş dönemi,1955-1960 yılları arasını kapsıyordu. Ekrem Karakaşın bana verdiği belgeler arasında bir tomar o yıllarda yayımlanmış ve yine o yılları içeren DEMOKRAT SÖKE GAZETELERİ de vardı. 10 Ağustos 1955 tarihli Demokrat Söke Gazetesinde şöyle bir haber dikkatimi çekti. Haber şöyleydi:
Sökeyi Tanıtma ve Eski Harabeleri Koruma Cemiyetinin memleket çapında çalışmaları ve faydaları. Haberin özeti böyle, metni ise şöyle devam ediyordu:
Cemiyetin çok kısa zamanda her tarafta rağbet bulmasında ve daha büyük makamlarca takdir edilmesinde, Cemiyet Başkanı Sayın Hümeyra Özbaşın Cemiyet Başkanı kaldığı sürece Sökemize çok faydalı olacağından her zaman için emin bulunmaktayız. Dört aydan beri hummalı bir çalışma sonucunda yüzlerce turistin Sökeyi ziyaret etmelerini sağlamış olan cemiyet, turistlere her türlü kolaylığı göstermiş, açıklamalar yapmış, harabelere gelmelerinde, gezip görüp bilgilendirmelerinde, gece istirahatlarında konukseverliğin, vazife aşkının en büyük örneğini vermiştir deniyordu.
O yıllarda Söke, Güney Egenin merkezi, bölgenin de en büyük kentiydi. Beyleri, ovası, pamuğu ve zenginliğiyle de ünlü olan Sökenin bölgenin de en büyük kenti idi. Beyleri, verimli toprakları, sulak alanları, Büyük Menderes ırmağı, Bafa Gölü, Ege Denizi k ıyıları ile dünyanın sayılı coğrafyasına sahipti. Bu verimli topraklarda çok şeşitli tarla ürünleri yetişirken, bağları, bahçeleri, zeytinlikleri ile de dillere destandı. Hele su ürünleri, bereketli Bafa Gölü ve balık deposu Büyük Menderes halici ile Türkiyenin gözbebeği idi. Ayrıca Karina Lagünleri, Ulusal Parkın koyları, ormanla kucaklaşan plajları olmasına rağmen yolu olmadığı için turizme açılamıyordu. Didim, Milet, Prien, Efes ve Magnezya gibi antik kentlere sahipti. Bu kentlerin bağrında 6 bin yıllık kültürler saklıydı. O yıllarda Kuşadası, Davutlar, Güzelçamlı, Didim, Akbük gibi turizm merkezleri doğmamıştı. Gelen turistleri ağırlayacak oteller, lokantalar bile yoktu. Seyyahat Acenteleri ve tur rehberli ise hiç yoktu. Kuşadasında bile turizm, ancak 1965li yıllarda Kaymakam Özer Türkün önderliğinde, onun çabaları ile başlamıştı.
Sökedeki cemiyetin başkanı Hümeyra Özbaş Hanım, Sökenin bağrında yeşeren Antik İyon yapıtlarını, yazdığı İnglizce makalelerle bütün dünyaya tanıtıyordu. Yunan Mitolojisinin ortaya koyduğu inançtan doğan tanrılarına yaptıkları prepteros ve dipteros türünde ki tapınaklar, ilk çağ insanının dinsel inanç va yaşamları hakkında gizemli bilgilerle dolu idi. Bu tapınaklardan biri olan ve çok iyi bir biçimde korunarak günümüze kadar gelebilen, Didimaion Dipterosu olan Apollon Tapınağı o yıllardan günümüze ulaşan çok zengin bir tarih hazinesidir. Ne yazık ki böyle bir varlığı ne biz biliyor ve nede bilenlerin hizmetine sokabiliyorduk. Bu ünlü yapıt o yıllarda Söke sınırları içinde idi. Bu yapıtın yüzde ellisi ayakta idi ve görenleri büyülüyordu. Antik Çağın ve İonların bütün ihtişamını bu yapıt ortaya koyuyor, mimarinin bir şaheseri olarak yerinde duruyor, görenleri hayrete düşürüp gözlerini kamaştırıyordu. Böyle bir yapıtı Yunanlılar Leros Adasına kurdukları konaklama tesisleri sayesinde gemilerle günü birlik gezdirip geri götürüyorlardı. Ne yazık ki biz bu kaynaklardan ve turizm denen bacasız fabrikalardan habersizdik. Yöredeki bu antik varlıkları anlatmaya geçmeden önce biraz bunların doğmasına kaynaklık eden, Yunan Mitolojisinden söz etmek istiyorum. Çünkü mitoloji kültürünü bilmeyenler, bu antik kentleri kolay kolay anlayamazlar. Çünkü tarihin arka sokağı olarak bilinen mitoloji, uzun yıllar boyunca insanlığı yönetmeye, yönlendirmeye hükmetmiştir. Bilim Adamları: Tarih gerçektir, mitoloji ulusal arzu derler.
Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda dinler ile mitolojinin yeri çok önemlidir. Bütün insan topluluklarında mitolojik anlatılarla dinsel uygulamalar sıkı sıkıya birbirlerine bağlı olarak yaşarlar. Bu nedenle de her yerde dinle mitoloji birlikte incelenir. Mitoloji bir bakıma eski dünyada yaşamış insanların sosyal ilişkileri ve doğa olaylarını algılayış tarzlarıyla dinsel inanışlarına bakış açılarını yorumlanmasını konu alır. Bir ulusa, bir dine ve bir uygarlığa ait mitleri ele alır. Aynı zamanda mitoloji dinlerin kültürlerini de içerir. Mitoloji, bir bakıma toplumun ilk ve manevi tarihidir. Mitleri yaşamak, gerçek anlamda dinsel bir yaşantıyı kapsar. Çünkü mit, sıradan, gündelik yaşamdan farklılık gösterir. Bu yaşantının dinselliği, mitolojiye özgü, coşturucu, anlamlı olayların yeniden gerçekleşme aşamasına getirilmesi, doğa üstü varlıkların yaratıcı eylemlerine yeniden tanık olunması olgusundan ileri gelir. Mitolojinin bir bakıma mitlerin önemli ölçüde dinlerin sözlü biçimde olmasından hareketle etkileri büyüktür. Yunan veya Antik Dönem edebiyatlarının temellerinden birini oluşturan bu mitsel anlatılar, Güneybatı Egede de İon Dönemine ait çok etkili olayların doğmasına neden olmuştur. Bu bağlamda milletlerin dilleri, dinleri, dinsel kaynakları ve kültürleri, mitolojileri gibi konularda belli düzeyde bilgi birikimi, derinlikle uğraş ve sabır en başta yer alır.