HELVA...

 

Gelin bazı tarihleri alt alta koyup, niteliklerini toplayalım:

19 Mayıs 1919… Emperyalizme karşı sürdürülen topyekûn mücadelenin başlangıç tarihi.

9 Eylül 1922… Emperyalist güçlerin maşası durumundaki Yunan ordusunun İzmir’de denize dökülüşü.

29 Ekim 1924… Cumhuriyet’in ilanı ve devrimler sürecinin başlangıcı.

24 Mayıs 1950… Karşı devrim hareketinin demokrat Parti eli ile iktidara gelişi.

27 Mayıs 1960… Karşı devrim tırmanışının bir askeri ihtilalle önünün kesilmesi.

12 Mart 1971… 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği özgürlük ortamının budanması ve karşı devrim güçlerinin ABD destekli askeri cuntası.

12 Eylül 1980… ABD destekli karşı devrim askeri cuntasının derinleşmesi.

7 Kasım 2002… Sivil karşı devrim hareketinin iktidara gelişi.

28 Şubat 1997… Milli Güvenlik Kurulu kararı ile karşı devrim sürecine karşı set çekme girişimi…

25 Şubat 2003… TBMM'ye sunulan ve tam adı "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" olan tezkerenin ret edilmesi.

25 Temmuz 2008… Ergenekon davasının açılması ve ardından gelen Balyoz, Poyrazköy, Askeri casusluk gibi davaların açılması.

Şimdi…

Şimdi bu tarihleri birbirleri ile ilişkileri içinde yeniden değerlendirip, bilincimiz içinde toplayalım, toparlayalım…

Bize ortaya çıkan sonucun satırbaşları şunlardır:

1.- Yeni Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kurulmuştur, ama… Söz konusu devrimsel atılım, hemen yanı iki adım ötesinde karşı devrim hareketlerini yaratmıştır.

Doğal mıdır bu gelişme?.. Evet.

2.- Yakın tarihimiz devrim ve karşı devrim güçleri arasındaki gel-git’lerle doludur.

2002 yılında başlayan süreç ise, karşı devrim güçlerinin iktidara yerleşmesi ve süreci hızlandırarak derinleştiren hızlı bir ivme kazanmıştır.

Normal midir bu gelişme?. Hayır değildir.

3.- Bu tarihsel süreç aynen devam ettiği takdirde önümüzdeki sıçrama, devrimci gelişmeye dönüktür. Diyalektik bize bu sonucu göstermekte, toplumsal gelişmenin dinamikleri bu yönü işaret etmektedir.

İşte mesele bu noktada düğümlenmektedir.

Toplumsal koşulların varlığı, diyalektiğin gösterdiği yön ve toplumsal gelişmenin doğrultusu yeterli midir? Hayır, değildir.

Topluma güven verecek, tecrübe birikimi ile kurmaylık bilgi ve yeteneğine sahip bir liderin varlığı bu noktada ihtiyaç duyulan en önemli [ve değerli] etkendir, güçtür, faktördür…

Yeni Türkiye Cumhuriyeti 1938 tarihine kadar bu nitelikleri şahsında toplayan bir lidere sahipti.

Bugün eksik olan budur.

Manda ve himayeyi net bir biçimde ret edebilecek, Dünyanın siyasal ve ekonomik konjonktürünü gerçekçi bir biçimde değerlendirebilecek, kurmaylık zekasına sahip, bağımsızlık idealini karakteri haline getirmiş, güçlü bir lider…

İşte ülkemizde eksik olan budur. Oysa, şeker vardır, un da vardır…Ama Türkiye halkı yıllardır helva yemeye acıkmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar