FARUK HAKSAL
DOĞRU HABER ALMA HAKKI VAZGEÇİLEMEZ BİR İNSAN HAKKIDIR!..
27 Mayıs Devrimi gerçekleştiğinde üniversitenin 1. sınıfındaydım.
Devrin iktidarının sorumluları Anayasa suçu işledikleri iddiası ile yargılanıyorlardı.
Sanıklara uygulanan hukuk, özel bir askeri yönetim hukuku değildi.
Yargılama, yasalara göre kurulmuş bulanan bir sıkıyönetim mahkemesi tarafından yürütülüyordu.
Yassıadada yapılan duruşmaları izlemek isteyen vatandaşlar için her gün sefer yapan bir şehir hatları vapuru hizmet görüyordu.
Duruşmalar her gündü.
Böylelikle muhakematın gecikmesiz olarak gerçekleşmesi amaçlanıyordu.
Ama bizce en önemli uygulama duruşma safahatlarının her gün radyolardan halka naklen iletilmesiydi.
O zamanlar tek radyo olarak yayın yapan TRTde ana haber programından hemen sonra yayına giren Yassıada Saati adlı programla o günkü duruşmada olup/bitenler naklen yayınlanıyor ve halk günü gününe [yorum eklenmeden] bilgilendiriliyordu.
Amaç, halkın oy vererek iktidara getirdiği kişilerin neler yapmış olduklarının ve Türk Ceza Kanununda yer alan suçlardan hangisi ile suçlandıklarının halk tarafından canlı olarak öğrenilmesiydi
Günler geçti 12 Mart askeri müdahalesine gelindi.
Bu tarihte de sıkıyönetim mahkemeleri faaliyetteydi.
Ama bu kez o mahkemelerde olup bitenler halkın bilgisine ulaştırılmadı.
12 Mart Askeri darbesi, 27 Mayıs Devriminin kazanımlarını didikleyen dış güdümlü bir üst kademe darbesiydi.
Sonra 12 Eylül!..
Halk, 12 Eylülde de olup bitenlerin mümkün olduğu kadar dışında tutuldu.
Yargılamalar, siyasi liderlerin tutuklanması, ülkeyi 12 Eylüle getiren koşullar, olaylar ve kurguların tümü halkın bilgisinden özenle saklandı. Dolayısıyla söz konusu yargılamaların halkın bilgisi dışına itelenmesi son derece doğal bir gelişmeydi.
Derken, Abdullah Öcalanın yargılanmasına sıra geldi.
Yakın tarihimizi tanık olan çoğu kişi, PKK terör örgütü liderinin yargılanması ile ilgi safahatı televizyon ekranlarından izlediğini hatırlayacaktır.
Niçin bu derce açık ve aleni idi Öcalanın yargılama süreci?
Abdullah Öcalan bir Devlet büyüğü müydü? Hayır!
Legal bir siyasi parti üyesi miydi? Yine hayır!
Peki neydi?..
Ve niçin yargılama süreci televizyon ekranlarından halka iletiliyordu?
Bu yöntemi uygulamakla elde edilmek istenen toplumsal yarar ne idi?
Bu ve benzeri soruların yanıtı, resmi bir biçimde her tülü açıklamanın üstünde tutuldu.
Ama Dünya hızla dönmesine devam ediyor Ve günler gözümüzü kapayıp açmamızı beklemeden geçiyor
Dolayısıyla Türkiyenin gündemi de hızla gelişiyor ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı gibi soruşturmalarına ulaşıyor ve Silivri Cezaevinin içine kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri uygulaması ile tanışıyor.
Bu mahkemelerde yargılanan kişiler genelkurmay başkanlarının da içinde yer aldığı Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst düzey komutanlarıdır.
Siyasi parti liderleri ve yönetici kadrolarıdır.
Dünyaca ünlü bilim adamları ve gazeteciler, yazarlar, demokratik toplum kuruluşları yöneticileridir.
Bu kişileri yargılayan mahkeme bir sıkıyönetim mahkemesi değildir.
Ama bu mahkemelerde olup/bitenler, savunmalar, suçlamalar, gizli ve açık tanıkların ifadeleri, yani duruşmalarda yaşanan ayrıntıların hiçbirisi halka olduğu gibi, yorumsuz, katkısız ve oldukları gibi iletilmemektedir.
İktidara yakın televizyon kanallarının bu yöndeki haberlerine bakarsanız, tüm sanıklar suçludur ve suçlulukları her gün biraz daha su yüzüne çıkmaktadır.
İktidara yakın olmayan birkaç televizyon ve gazete haberlerini izlerseniz, olayların tümü tertiptir, düzmecedir, kurgudur
Peki, gerçek nedir? Ve nerededir?
İşte bu sorunun tek yanıtı, [hiç değilse Yassıada Sıkı Yönetim Mahkemelerinde uygulanmış olan] aleniyetin sağlanması, yani tüm duruşmaların yayınlanmasıdır
Çünkü halkın gerçekleri bilme hakkı, içinde yaşadığımız süreçte kendisinden çokça söz edilen, vazgeçilemez ve ertelenemez bir İnsan Hakkıdır
Halk doğru ve gerçek haberle dolaysız bir biçimde yüz yüze gelemiyorsa, o ülkede demokrasiden söz etmek asla mümkün değildir.
Azından da, birazından da, ilerisiden de