ABDULLAH ZİYA KABAK

ABDULLAH ZİYA KABAK

BİZİM KAHVEHANE

 

 

Bu hafta, basın masası ilk kez tam kadro toplandı. Şef Osman, sık sık çayları tazeliyordu. Okey masalarından, zaman zaman Beşiktaş’ın şampiyonluğunun şerefine, cılız da olsa naralar yükseliyordu. Hoca ile Yılmaz Bey, Beşiktaşlı oldukları için masada içilen çaylar, onların hesabına yazılıyordu. Hoca, takımının şampiyonluğunun yorumundan sıkılmış olacak ki; haftalık oturumu açtı. İlk sözü, yaş farkından dolayı gümüş saçlı adama verdi. Gümüş saçlı:

- “Yaz geldi. Mevsimin meyveleri ve sebzeleri, soframızı süslemeye başladı. Deniz mevsimi, karpuz kabuğu denize düşmeden açıldı. Tabiî ki bunlar, parası olanlar içindir. Hafta içinde, Aydın’a gittim. Her küçük alana bir park yapılmış. Yaşlıların birçoğunu soluklanmak özere o parklarda oturmuş olarak gördüm. İnanın ki bir vatandaş olarak imrendim. Bir an, Söke ile Aydını karşılaştırdım. Ve uttandım” dedi.

Hoca, söz vermeyi yaşa göre sürdürdü. İkinci sözü, Telgrafçıya verdi. Telgrafçı:

-“Arkadaşlar, yazlığı olanlar denize kaçıyor. Olmayanlar ise, akşam olunca, kendilerini eve kapatıyor. Belirli bir saatten sonra da Söke, sessizliğe bürünüyor. Esnafın erken dükkân kapattığı eleştiriliyor. Bu haksız eleştirilere yorum getirmek istiyorum. Yazlığı olan esnaflar, akşam yemeğini yazlıkta yemek için dükkânı erken kapatıp yazlığına gidiyor. Kalan diğer esnaflar ise yanındaki komşusu kapattığı için o da kapatıyor. Alın size ölü bir kasaba. Bir nevi açık hava cezaevi. Parası olanlar, vakit geçirmek için Söke dışına çıkıyorlar. Olmayanlar, benim gibi televizyon seyircisi oluyorlar” dedi.

Hoca, söz sırasını Zühtü Beye verdi. Zühtü Bey, telgrafçının değindiği konun devamını işlemek istedi:

- “Söke’nin yıllar önceki sosyal yaşantısı, çevre kasabalarına kıskandırırdı. Bir kocakelle efsanesi vardı. Park ve caddeler, mesir yeri gibi ahenk içinde olurdu. Plak satan dükkânlar, plağı en çok satılan şarkıcıyı Söke’ye getirirlerdi. Birkaç yerde gece kulüpleri açıldı. Magandalar tarafından basılması kapatılmasına sebep oldu. Bunu gören yatırımcılar, yatırımlarını Kuşadası’na ve Didem’e kaydırdılar. Son günlerde, Didim’e yapılan liman ve yat limanı, geleceğin il olmasının habercisidir. Birkaç eksik bina tamamlandığında, Didim il olacaktır. O zaman, Söke’nin kaderiyle oynayanlar, görecekleri tablo karşısında ne yapacaklarını merak ediyorum” dedi.    

Bu arada şef Osman, çay servisine basın masasından başladı. Konuşmacılar, taze çayı görünce, gündemi bırakıp çay konuşulmaya başlandı. Hoca, gündem dışı konuşmayı keserek, asıl konuya davet etti. Sözü Yılmaz Bey’e verdi. Yılmaz Bey, Söke dışına çıkarak, Suriye-Türk sınırındaki gündemi tutan mayınlarından söze başladı:

-“Arkadaşlar, bizim Türk silahlı kuvvetlerimiz, dünyada sayılıdır. Hududumuzdaki mayınları, kendi ordumuz varken niçin İsrail’e temizletilmek isteniliyor. Yazılanlara göre, bilmem kaç bin dönüm ekili arazi kazanılacakmış. Oysa biz, dünyaca ünlü Davutlar ovasını bakın ne hale getirdik. Çok iyi hatırlıyorum. Üç tanesi bir kilo domates yetişirdi. Üç şeftali, bir kilo gelirdi. Yetmiş dört öncesi, yunan adalarından Kuşadasın’a günlük alışverişe gelirlerdi. Davutların sebzeleri, dünyaca ünlüydü. O ünlü sebzelerin yerine, yerden mantar biter gibi bina aldı” dedi.

Hoca, son sözü bıyıksıza verdi. Bıyıksız, sözü belediyeye getirerek:

-“Geçenlerde, yetkili biriyle konuştum. Çok yakında Belediye başkanı, seçim arifesinde verilen sözler, harfiyen yerine gelecektir demiş. Verilen sözler, sırasıyla olacakmış. Ama vatandaş icraat görmek istiyor “ dedi.

Hoca, haftalık oturumu kapatmadan önce, birkaç cümle söylemek istedi:

-“Güzelyağdöken; biz verdiğimiz sözleri yerine getirdik. Bundan sonra, hükümet olarak Söke halkının ve Söke yönetiminin yanında olacağız demiş. Bu diyalog, Söke’nin geleceği için önemli bir atılımdır” dedi. Hoca, haftaya buluşmak üzere oturumu kapattı.

Önceki ve Sonraki Yazılar