BIKTIK USANDIK!

Bencillik doğa mahsulü… Ana karnından geliyor.
Kendimizi koruma refleksinin zorunlu bir sonucu ya da ürünü… [deniyor]
Ama “biz”cilliğin kültür tabanlı bir yükseklik mertebesi olduğunu net olarak biliyoruz.
Kişisel gelişmenin içsel yüksekliğe ulaştığını ve ana karnından koşa koşa gelen o ilkel yaratığı dizginlemeyi çalıştığını da biliyoruz.
Peki neyi bilmiyoruz?
İşte mesele budur.
Daha doğrusu, aslında bildiğimiz ama bilmek istemediğimiz şey, çıkar etkenidir.
Çıkar etkeninin kişisel gelişme çizgimizin önüne çektiği settir.
Yükseklere çıkıldığında ense kökümüzden aşağılara doğru sızarak karnımıza doğru yayılan o müthiş baş dönmesidir; mide bulantısıdır…
“Biz” olmak çıkarlarımızı kemirir.
Çünkü biz olmak, özveri yeteneğini kendisine şiar edinmiştir.
Ayağımızı bastığımız noktanın dünyanın merkezi olmadığını bilmemizi talep eder.
“Biz” diyebilen bir kişi, “ben”in çıkar hesaplarını bir kenara süpürmek zorundadır.
Böyle bir erdeme sahip olmak durumundadır.
Dünyaya, ülkesine, çevresine, dostu olsun olmasın/ tanısın tanımasın her kişi-oğluna bu nitelikte ve bu yükseklikteki bir pencereden bakmak O’nun kişisel anayasasının ilk maddesinde yazmaktadır.
Bu anayasayı ihlal, bir insanlık suçudur.
Bu suçu yargılama yetkisi; toplumsal değer yargılarından oluşan vicdanda değil, öteki dünyada kurulacak olan mahkeme-i Kübra’da hiç değildir.
Bu suçu yargılayabilecek tek görevli mahkeme, kişiliğin içinde gelişen sorgulama yetisi ve öz eleştiri kültürünü içeriğinde barındıran iç-muhasebedir.
Sürekli olarak vitrinde kalma sapkınlığını ve kendi kişisel reklam ajanslarını kurarak yıkama-yağlama-parlatma işlevlerini yaşamlarının merkezine yerleştiren insanlar bu zorlu muhasebe-yargısına oldukça uzaktırlar.
Dolayısıyla [en koyu cinsinden] “ben”cildirler.
Bu nedenle de asla toplumcu olamazlar.
Toplum, yani kamu-yararına hizmet edemezler.
Toplumsal çalışma onlar için kendilerini cilalayıp parlatmayı hedefledikleri bir arenadır; fırsattır, imkândır… Ya da başlı başına bir umuttur.
Kişisel tatmin, “ego”nun doyurulması, koltuk-makam hastalığı ve benzeri sayrılıkların içinde koşturduğu bir it dalaşıdır.
Bu satırları okumayı sürdüren birisi, “hep aynı şey, hep aynı konu, bıktık-usandık,” diyebilir.
Biliyoruz.
Biz de bıkıp usandık aynı ya da benzer konuları sürekli olarak gündeme taşımaktan.
Ama…
Daha da beteri şu: Asıl günlük yaşamımız içinde devinirken aynı hastalıklarla yüz yüze, göğüs göğse gelmekten usandık, bıktık…
Çok çok bıktık ve sahiden usandık.

@farukhaksal42
[email protected]
www.akceder.com
www.haksal.av.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar