E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

Bi dev ikik saatte anlatılamaz

Dünden devam

 

1- Dil ve Şive Konusu:

 

Kemal Bilbaşar'ın "Cemo ile Memo"sunu okuyanlar bilirler. Bu yapıtlar bu bölgede geçmekte ve nefis bir doğu Türkçe'si, şivesi ve anlatımıyla verilmektedir. Öyle ki bu yapıtlar Cumhurbaşkanlığı Dil Ödülü almıştır.                

 

Usta yazar Kemal Bilbaşar çok iyi bir malzeme toplamış ve bunu ustaca işlediği mükemmel bir yapıt ortaya koymuştur. Ayşe Kulin, bu çaba ve emeği "Köprü"'de ortaya koyamamıştır. Senaryo yazarları da bu konuya tam anlamıyla eğilmemiş ve katkı yapamamışlardır. Biraz Şehmuz, Bayram, Erdal ve tam anlamıyla da Öksüz'ün annesi rolündeki Elmas o yörenin şivesini vermektedir. Erzincanlılar'ın itirazlarının birincisi budur, doğrudur.

 

2- Çekimler ve Mekan Konusu:

 

Erzincan fiziki coğrafya açısından Eskişehir'e tamamen ters düşen bir ildir. Erzincan'da doğa şahlanıp doruklaşırken, en güzel dağları, ovaları, boğazları, çağlayanları, akarsuları, vadileri, kanyonları ortaya koyarken, Eskişehir ve yöresinde bunları bulmanız olanaksızdır. Romanın yazarı Ayşe Kulin, bunu bazı nedenlerle açıklasa da yeterli değildir. Bu konu roman yazarının değil, görüntü yönetmeni ve kameramanın konusudur. Diğer bahaneler ipe un sermekten öteye gitmez. Bir haftalık çekimlerle ana görüntüler elde edilebilirken, bu işi uzaktan kumanda yöntemi ile ucuza çözmek bence Erzincan'ın güzelliklerine saygısızlıktır. Böyle büyük kişilerin başarılarını ortaya koyarken; ne derece zor koşullarda başarılı olduklarını, insanlar o fiziki yapıda görüp, bilinçleriyle algılamalıdırlar. Bugün bu diziyi Türkiye, Avrupa, Azerbaycan, Kıbrıs izliyor. Eğer Erzincan'da çekilmiş olsaydı, bu insanların Erzincan ve güzelliklerini görme şansları olacaktı. Hiç değilse başrolde oynayan aktörlerin ana görüntülerinin, coğrafi yapı ile birlikte Erzincan'da çekilmesi gerekirdi. Esence Dağları, Munzur Dağları, Mercan Dağları, Kemah ve Kemaliye Boğazları'nın güzelliklerini nasıl yansıtacaksınız? İliç'ten Keban'a uzanan o derin kanyonu nerede bulacaksınız? Coşkun ve gür akan Fırat'ı ne ile anlatacaksınız? İşte Erzincanlılar'ın ve benim isyanım, itirazım bunadır.

 

Konuşmacılar hazırlıksız;

 

Konuşmalar yeterli değildi.

 

Ayşe Kulin panelden habersiz gibi, kürsüye çıkar çıkmaz mikrofonu eline alıp, konuşmaya başladı. Bence bu bir organizasyon hatası, sunucunun yetersizliğinin ifadesi idi. Bildiğim kadarı ile panelistler sahneye çağırılır, tanıtılır, paneli yöneten kişi konuyu kısa bir özetle başlatır, sıra ile söz verilip konuşturulur. Ne yazık ki bu iş böyle olmadı. Ayşe Kulin, yani yazar, mikrofonu eline aldı ve yazdığı Köprü Roman'ını anlatmaya başladı. Bu, biçim yönünden panel anlayışına ters düşsede uyaran olmadı. Başkana da dinlemek kaldı!

 

Ayşe Kulin, Köprü Roman'ını nasıl yazdığını anlattı. Anlatırken Vali'den çok mühendis olan babasını anlattı. Ben Tekin'i sanki Ayşe Kulin'in babası sandım. Babasının ülkemize kazandırdıklarını takdir ediyorum. Böyle bir köprünün çizimi, yapımı kolay değildir. Bir mühendis kızı olarak bunu anlamak ve anlatmak da Ayşe Kulin'e düşer. Şimdi Köprü'deki mühendis Ayşe Kulin'in babası olsa, Ayşe Kulin bu romanı kendi hayalinde canlandırıp, özgürce yazsa elbette sözüm olmaz. Ama Vali'nin anlattığı ve "Recep Yazıcıoğlu Köprüsü"nün mühendisini yazmışsa, babasına benzetmesi, onunla özdeşleştirmesi Tekin'in özgür ruhunu öldürmez mi? Burada bir çelişki yaratmaz mı? Çünkü gerçekte böyle bir tip var ve bu Ayşe Kulin'in babası da değildir.

 

Ayşe Kulin konuşmasın da şunları söylüyor: "Babam mühendisti. Yüreğimde bir ses "Sen, bu Köprü'yü yaz!" diyordu. Buda bana bu yapıtı yazdırmaya dayanak oldu. Bu romandaki Vali'nin hayatı, babamın hayatına çok benzemektedir." Usta bir yazar, böyle bir itirafta bulunmaz, hatta böyle bir savı ortaya bile koymaz. Gerçek kişilerin romanları yazılırken, Prof. Mehmet Kaplan'ında dediği gibi: "Hayallerden, benzetmelerden daha çok gerçeklere, roman kahramanlarının gerçek hayattak yaşamlarına ve fonksiyonlarına bakılır. Öykü ile kişilik, bir ruh ile beden gibi uyum içinde seyreder"

 

Ayşe Hanım diyor ki; "Doğu'yu tanımayan, Türkiye'yi tanımaz. Doğu'nun coğrafyası da, doğası da, insanı da haşin ve çok serttir. Bu sert doğayı ve insanları anlatmak elbette çok zordur." Ben bu düşünceye katılmıyorum. Hayatımın en güzel yılları doğuda geçti. Doğu, bir romancı ve öykücü için harikalar yaratacak güzelliklere, zenginliklere, dil ve edebiyata sahiptir. Anlatılacak doğal olay ve güzellikler çoktur. Ama birşey var, doğunun romanı, öyküsü, hiçcbir zaman İstanbul'da masa başında yazılamaz. Hele siparişle hiç ama hiç yazılamaz.

 

Bugün "Köprü" dizisi insanları televizyon başına çekiyorsa, bunu yaratan rahmetli Vali'min kişiliği, özverili çabaları, yaşam felsefesidir. Ben burada rahmetliyi anlatıp, Türkiye'ye tanıttığı için Ayşe Kulin'e teşekkür ediyorum. Eğer doğunun ve doğu insanının gerçek romanını, öyküsünü yazacaksa, onlarla birlikte acısıyla, tatlısıyla birlikte yaşamış olması gerekir. O zaman haşin ve sert dediği insanların yüreklerini tanıyacak, onların şefkatine hayran kalacaktır.

 

Vali Yardımcılarının Konuşmaları

 

"-Veysel, bunları götür Vali Yardımcıları'nın birine, ilgilensinler. Zaten boş oturuyorlar! Ha Veysel, bir evlendirme komisyonu kurdum ve seni de bu komisyonun başkanlığına tayin ettim. Gerekeni yap!..."

 

Buradaki espriyi anlamak için Vali Yardımcılarını dinlemek gerekiyormuş.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar