E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

ATATÜRK’ÜN TARİH ANLAYIŞI

 

Atatürk, bir konuşmasında, “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir hal olur” diyor.

Atatürk’ün tarih çalışmalarıyla ilgili olarak söylediği bu sözden çıkarılacak en doğru yargı aşağıdaki tümcelerden hangisinde ifade bulmuştur? Şimdi yargı cümlelerini okuyalım;

A) Tarihi olaylar anlatılırken mutlaka belgelere dayandırılmalıdır.

B) Tarihçilerin en önemli görevi, olayları tarafsız bir şekilde yazmaktır.

C) Tarihi olaylar, tekrarlanmadığı için tarih yazımında hata yapılmamalıdır.

D) Olaylar yanlış yazılırsa, tarih okuyanlar geçmişten ders alamazlar.

Soru maddesini analiz ettiğimizde, doğru seçeneğin A şıkkı olduğunu görürüz. Yani bir tarihi olay olması için önce “belge” ister. Belgesiz tarih hem olmaz, hem de yazılmaz. Çünkü tarihi olaylar anlatılırken, mutlaka belgelere dayandırılmalıdır. Belgesiz tarih rivayet, efsane, masal ve hikaye olur. Her mitoloji tarih değildir.

Diğer seçeneklerdeki yargılar da doğrudur. Ama B, C ve D şıklarında verilenler bir “Tarihi olayın” varlığını ortaya koyuyorlar. B şıkkında verilen yargı; “Tarihçilerin en önemli görevi, olayları tarafsız bir biçimde yazmaktır” C şıkkında ise, “Tarihi olaylar tekrarlanamadığı için tarih yazımında hata yapılmamalıdır” yani tarihi yazanlar politik ve duygusal  düşüncelerden sıyrılmış, belgelere odaklanmış, konuyu objektif olarak ele almış olmalılar. Yani tarih hata kabul etmez. D seçeneğindeki yargı; “olaylar yanlış yazılırsa, tarih okuyanlar geçmişten ders alamazlar” ifadesi veriliyor. O zaman tarih tarih bilimi olmaktan çıkar. A. Toyunbe, “Tarih Bilinci” adlı ünlü yapıtlarında bu konuyu çok bilinçli bir biçimde hem sorgulamış ve hem de bizzat kendisi vermiştir.

Her ulusun tarihinde iç isyanlar olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Cumhuriyet tarihinde iki önemli isyan görüyoruz. İlki Şeyh Sait isyanıdır. Bu isyanı başkalarının sandığı gibi CHP ve onların liderleri Atatürk, İnönü ve diğerleri çıkarmamıştır. Çıkaranlar, Kuzey Irak’ın özellikle Kerkük ve Musul’un elden gitmesine neden olmuşlar, çıkardıkları isyanla kendi davalarından daha çok İngiliz çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Elbette ki devleti yönetenler, asileri imha için savaşacaktı ve savaşıp devleti bölmeye kalkanları cezalandırmıştır. Bu olay bir parti veya parti liderinin sorunu değil, devlet sorunu idi. Gereği de bir devlet hukuku çerçevesinde yapılmıştır.

İkinci isyan Dersim isyanıdır. 1937 yılında vuku bulan bu iç isyanın arkasında da Fransızlar ve Hatay sorunu vardır. Ama senaryo buyken tali görüntülü Dersim isyanına ne gerek vardı? Dersim anavatanın kucağında, Diap Ağalar’ın Kurtuluş Savaşındaki gayretleri ile anavatanın bir parçası, bir ili değil miydi?

Şeyh Rıza ve aşiretine vatanı bölme, halkını parçalama, Diap Ağa’yı çiğneme hakkını kim verdi? CHP ve Atatürk mü “Gidin de Fransızlar’a hizmet edin” dedi? Bu isyan da başarılı bir biçimde devlete yakışır koşullarda bastırılmıştır. Cumhuriyet Hükümetleri Dersim’e özel alaka duymuş, Tunceli halkının okuması için küçük bir kasabaya öğretmen okulu, lise ve çok köyüne okul açmıştır. Tunceli insanı okumuş ve ağaların, şeyhlerin pençesinden kurtulmuştur. Madem böyle, niye bazıları bu tarihte kalan yarayı ikide bir kanatmak için kaşıyor?

Bugün PKK bir iç isyan değil mi? Uçakla, topla bombalanmıyor mu? Otuz yıldan bu yana, devletin ve milletin zararına çalışmıyor mu? Hukuk içinde bu isyanı bastırmak için hem önceki hükümetler ve hem de şimdiki hükümet çabalamıyor mu? Yarın birileri çıkıp, AK Parti’yi bu konuda eleştirecek mi? Birileri “Siz PKK kamplarını bombaladınız” diye mi suçlayacak? Veya bu uğurda devletin birliği, vatanın bütünlüğü, milletin selameti için yasal kuruluşları ve onun amirlerini yaptıkları hizmetlerden dolayı sorgulayacaklar mı? Ben doğrusu, bugün ülkemde olan garip olaylardan ürperiyorum. Vatanı, devleti, milleti korumak ve sevmek ne zamandan beri suç olmaya başladı?

Yaşları yetmişe ulaşan bizim kuşaklar Cumhuriyet’in ilk çeyrek asrında doğanlar ilk kuşağıdırlar. 1950’den önce doğanlar yani bizler, vatan sevgisi, cumhuriyete bağlılık, Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlı olarak yetiştik. Bizi yetiştiren felsefe şuydu:

“Gökte sancanklanmıştı CUMHURİYET GÜNEŞİ...

Yurdun dört bucağına huzur, sevinç saçılmış!..

Her geçen sene ilk okullar açılmış...

Vatanda bayrak-bayrak İSTİKLAL ve HÜRRİYET!...

Dillerde dua olmuş, “YAŞASIN CUMHURİYET!..”

Hür olmanın zevkiyle göğsümüz kabararak,

TÜRK olmanın şeref ve şevkiyle haykırarak:

“Zaferin kutlu olsun MUSTAFA KEMAL PAŞA,

Kahraman ve Muzaffer ordunla binler yaşa!..”

diye okulda, evde, her yerde söylüyorduk.  “TÜRKÜZ, şanlı ecdadın evladıyız...” diyorduk!...

İşte içimizi ısıtan, ruhumuzu yücelten, gönlümüzü aydınlatan Cumhuriyet Güneşi bizim neslin gıdası olmuştu. Ankara Hacettepe Tıp Fakültesini kazanmış, okurken maddi nedenlerden dolayı bırakmak zorunda kalmıştım. Rektör sordu:

- Bundan sonra ne yapacaksın?

- Öğretmenliğe devam edeceğim. O, biraz düşündükten sonra:

- Teki, tıp okumanı isterdim. Madem olanak yok, ayrılmak zorunda kalıyorsun, sakın üzülme. Doktor olursan, ferdi hastaları iyileştirirsin. Öğretmen olursan hasta toplumları iyileştirirsin. İkincisi, birincisine tercih edilir. Yolun açık, talihin bol olsun.

Hocamın sözünü tuttum. Ve tekrar öğretmenliğe başladım. Doğu-Batı; Güney-Kuzey demedim, politika ve torpil kullanmadan bahtıma çıkan her yere gittim ve orada görev yaptım.

Erzincan’ın Çayırlı İlçesine bağlı ilk görev yerim olan Akyurt Köyünde öğlene kadar 1-2-3. sınıfları (70 öğrenci) okutuyor, onları paydostan sonra 4-5. sınıfları (90 öğrenci) okutuyordum.

Buna rağmen tam 30 yıl hiç bıkmadan rektöre verdiğim sözü yerine getirmeye çalıştım ve mutluyum.

Önceki ve Sonraki Yazılar