E. TURGUT TEKİN
ATATÜRKÜ ANLADIK MI?
Atatürk, 20. yüzyılın gelecek nesilleri için yetiştirdiği en büyük lideridir. Bu gerçeği bugün bütün dünya ulusları kabul ederken, ne yazık ki bugün onun yoktan ortaya koyduğu ülkesinde çelişkiler vardır.
Nedir bu çelişkiler?
Bugünkü yazımda az da olsa bu çelişkiler üzerinde duracağım. Çünkü bu çelişkiler üniter ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine ve onun ilkelerine ulaşmak istediği hedeflerine amaçlarına ters düşmektir.
Atatürk uzun bir savaş ve uğraşan sonra,Türk Ulusunun bağımsızlığını kazandırarak, egemenlik hakkını kayıtsız şartsız ona vermiştir. Bu hak Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir ilkesiyle demokrasimizin simgesi ve bayrağı olmuştur. Bu simgeyi hiçbir güç ne değiştirmeye ne de bu bayrağı indirme veya başka bir simge veya bayrak asma yetkisine ve hakkına sahip değildir.
Bu ilke devletimizin, ulusumuzun ve demokrasimizin, üniter yapı ve cumhuriyetimizin temelidir, teminatıdır. Anayasamız ve devletimiz bu temel felsefe ve esas üzerine kurulmuştur. Bunun dışında hiçbir rejim ve zemin kabul edilemez.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde vatanın bütünlüğü ve birliği esastır. Çünkü Vatan bir bütündür, asla parçalanamaz! bu ilkeyle de vatanın ve milletin bütünlüğü sağlanıp eşitlik, yurttaşlık, kardeşlik felsefesi hakim kılınarak her konuda birlik ve beraberlik sağlanmıştır. Ağalık, beylik gibi bir unvan ve makamlar kaldırılarak herkese birinci sınıf vatandaşlık hakkı verilmiştir. Bununla etnik köken ve bölgecilik ortadan kaldırılarak Fransız Devriminde olduğu gibi eşitlik ve kardeşlik ilkesi benimsenerek kabul edilmiştir. Bunun temel nedeni ise: Anadolu, coğrafi yapısı, tarihi misyonu nedeniyle birçok etnik yapı ve kültürleri bağrında barındırmış, günümüze kadar birlik ve beraberlik ruhu içinde yaşatarak, taşımıştı. Azınlık deyimi ve ayrımı hem çağa ve hem Atatürk Türkiyesine yakışmıyordu. Hem de Osmanlı Döneminde, dış güçler bu azınlıkları kullanıp, devleti içten yıkmaya çalışıyorlardı. Bunun kaldırılması ulusal birliği ve beraberliği sağlamıştı. Zaten et ve kemik gibi bütünleşmiş bir yapıyı ayırmakta çok güçtü. Mehmet Akif Ersoy gibi bir İstiklal Marşı şairimize sen Arnavutsun veya Türkçülüğün Esaslarını yazan Ziya Gökalpe sen Kürtsün nasıl diyebilirdik?Bu tip çağ dışı kalmış düşünce ve kavramlar ne çağa ve ne de modern Türkiyeye yakışmazdı. Mecliste yaşlı ve hasta olmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa ile gece yarılarına kadar çalışan Dersim Mebusu Diapağaya sen zaza ve alevisin diyerek nasıl ayırabilirdik?
Değerli okuyucular, bu vatanı düşman işgalinden hep birlikte kurtaran ve devletimizi kuran atalarımız her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp birlikte kurmuşlardır. Bize düşen onu bölmek, parçalamak değil; korumak ve güçlendirip yüceltmektir. Yıkıp parçalamaya değil, koruyup yükseltmeye çalışalım.
Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar yaklaşık bir asır geçmesine rağmen bizde laiklik konusu tam manasıyla anlaşılmış değildir. İbadet serbest. İsteyen yapar, isteyen yapmaz olmasına rağmen, dini bahane ederek halifeler, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar peşinde koşanlar vardır. Hz. Muhammed bile vefat ederken yerine halife seçip bırakmamış ki, "Ümmetim, kendi halifesini kendi seçsin. Kendi ibadetini kendi yapsın. Allaha şükür ülkemizde her dine, her mezhebe göre ibadet hakkı tanınmışken, resmi görevlileri ve ibadethaneleri varken, şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin peşinden koşarak; halkımızı cemaatlere bölmek neden?Bunların peşinde koşanların amaçları ne? Oysa Atatürk yıllar önce Akşam Gazetesine verdiği bir demeçte:
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz! En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır diyor. Bu demeci yanılmıyorsam 1925 yılında vermişti. Bunca yıldan sonra, bu tür konular gündemdeyse ve ülkemizde de yaşanıyorsa, biz Atatürkü anlamamışız demektir.
Bunda tek suçlu politikacıların oy uğruna zaman zaman eğitim felsefesinde yapmış oldukları değişikliklerden, verdikleri ödevlerden kaynaklanıyor. Biz özel dershane öğretmeni öğrencilerine: Şu kitapları okuyacaksınız. Ama şu yayınevinin olacak! diyerek yönlendiriyor ve zorluyorsak gerçek eğitim, nerede kalıyor? Ülkemizde sanki Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği) yasası rafa kaldırılmış gibi.
Çocuklara neyi verirsen onu alırlar. Eğitim çok önemli. Ne yazık ki Eğitim Davasını tam kavrayamadık. Test papağanlığı uğruna çocuklarımızı değişik ideolojilerin çalkalandırdığı dalgalı denizlere attık. Okulunda Atatürkçü bir eğitim dershanede tam zıttı bir eğitim alan çocuklarımız bu iki denizin girdabında bocalıyorlar.
Oysa bunlar olmamalı. Çocuklara yaparken öğreten, öğretirken yaptıran esasına dayalı yaparak, yaşıyorduk, uygulamalı objektif bir eğitim verilmeli. Test papağanlığı yerine düşündüren, yetenek geliştiren ve üretken bir eğitim modeline geçmek şarttır.
Şimdi kendimize soralım:
Atatürkü anladık mı ?
Atatürkü anlasaydık bugün ki gülünç hale gelmezdik. Bugün ki eğitim çıkmazına düşmezdik. Bizim gibi kalkınma çabası içinde olan ülkeler için böyle pahalı, çok yönlü eğitim modeli yerine tabanı kucaklayıp tavan yapan bölgesel, çevreye uygun eğitim modelleri daha yararlı olacaktır. Bir örnek verecek olursak, bugün Türkiyede bir ziraat mühendisi CİSA dahil en az 9 yıl okuyor. 4 yıl lise, 5 yıl fakülte. Oysa biz bunu 5 yılda halledebiliriz. Meyvecilik, sebzecilik, tahıllar, meracılık, hayvancılık, çiçekçilik dallarında ilköğretimden sonra 5 yıllık bir uzmanlık eğitimi yeterli olur. Bu dalda yetişenler çiftçiye uzmanlık yapacak, kırsal alanda üretimde önemli katkı sağlayacaklar. Hem kısa yoldan meslek sahibi olacaklar hem de liselerde birçok gereksiz konular üzerinde uğraşmayacak, mesainin bütününü mesleği ile ilgili çalışmalara adayacaklar. Buralardan yetişen uzmanlar, kırsal alanlarda hayvancılık, sebzecilik, çiçekçilik, meyvecilik, arıcılık gibi uzmanlık isteyen dallarda ister serbest ister kişiler ve kurumlarda çalışarak üretken olacaklar. Bu örnek birçok dalda da uygulanarak yeni bir işgünü ve potansiyel kazanabiliriz.
Ne yazık ki konuşma değil, boğuşma yapıyoruz.
Oysa Ulu Önder Atatürk birçok işi kendi başına yapmıştır. Yüce Mevlana buyuruyor:
Karanlığa doğru değil, güneşe yürü, ümitsizliğe değil, ümide yürü. Biz önderlerimizi anlamıyoruz.