KERİM KIYIK
AK PARTİ İKTİDARI VE 12 HAZİRAN SEÇİMLERİ ÜZERİNE
Adalet ve Kalkınma Partisi sekiz buçuk yıldır iktidar. Sekiz buçuk yıllık bu uzun iktidar dönemine tarafsız bir gözle bakarsak, neler görürüz?
Öncelikle belirmeliyim ki, halkın sağlık hizmetlerine erişimi konusunda reform yaptı.Bu başarıda şüphesiz günümüz koşullarının da etkisi var. Ancak, bugüne kadar hiçbir hükümet sosyal güvenlik kurumlarını bir çatı altında birleştirmeyi düşünememişti.Devlet Hastanelerinden BAĞKUR ve Emekli Sandığı mensupları hizmet alırken, salt SSKlı oldukları gerekçesi ile SSK mensuplarına hizmet verilmiyordu.SSK mensupları İl merkezlerindeki SSK Hastanelerine gitmek zorundaydılar. İlaç almada sorun yaşıyorlardı.Prim ödedikleri halde mağdur durumdaydılar. Ak Parti Hükümetinin sosyal güvenlik kurumlarını, Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK) adı altında toplaması, herkesin sağlık hizmetlerine kolaylıkla erişimini sağladı.Aynı branştan birden fazla doktorun, aynı anda sağlık hizmeti vermesiyle de doktor tercihi gündeme geldi. Doktorun, hastasına bakışında hasta lehine değişim oldu. Bu durum kaliteyi arttırdı. Aile hekimliği uygulamasıyla, devletin her yurttaşına ücretsiz sağlık hizmeti sunma görevi, geç de olsa yerine getirilmiş oldu. Tüm bunlar olumlu uygulamalardı.Her geçen gün daha iyiye gideceğimizi düşünüyorum.
Bölünmüş yol projesi önemli bir projeydi. Çünkü; biz her yıl sekiz- on bin vatandaşımızı trafik terörüne kurban veriyorduk. Bir o kadar da sakat kalan insanımız oluyordu. Bu durum, bir savaştan daha yıkıcıydı.Maddi kayıptan dolayı milyarlarca liramız da boşu boşuna gidiyordu.Bölünmüş yol yapılmasıyla, trafik kazalarını yarıya indirdik.Trafik kazalarının baş nedeni, alt yapının yetersizliğiydi. Motorlu taşıtların teknik kontrollarının Karayolları Genel Müdürlüğünden alınması, bunun yerine özel firmaların yetkilendirilmesi uygulaması denetimde kaliteyi arttırdı.Trafik eğitiminin Avrupa standartlarında verilmesi, trafik cezalarının arttırılması ve denetimlerin daha sağlıklı yapılmasıyla, çok daha iyi noktalara geleceğimizi düşünüyorum.
Ak Parti Hükümeti, sigara yasağı konusunda cesur bir karar aldı. Ülkemizde hastaneler dahil, her yerde sigara içiliyordu. Sigara ithalinden dolayı her yıl yirmi milyar dolar paramız dışarıya gidiyordu. Bir de, sigara içilmesine bağlı - akciğer ve boğaz kanseri başta olmak üzere- oluşan hastalıkların tedavisine harcadığımız paraları hesaba katarsak,yıllık harcamamız otuz milyar doları buluyordu. Bu paralar sigara tekellerinin cebine gidiyordu. Sigara tekelleri, Dünya ölçeğinde 200 milyar dolarlık sigara pastasını paylaşıyorlar. Bu nedenle sigara tekelleri çok güçlü. Ajanlarını dünyanın her yerine göndererek, sigara tüketimini teşvik ediyorlar. Her ülkenin etkili ve yetkili kişileri ile görüşüyorlar.Bu iş için çok büyük paralar harcıyorlar. Doksanlı yıllarda, Marlboro şirketi Türkiye Büyük Millet Meclisini dekore etmiş ve kapısına amblemini asmıştı. Ama, Ak Parti Hükümeti, baskılara boyun eğmedi, kamuya açık tüm alanlarda sigara içilmemesine dair yasayı yaptırımlarıyla birlikte çıkardı. Başarılı bir şekilde uygulanıyor. Yapılan araştırmalar, ülkemizde sigara tüketiminin azaldığını gösteriyor.
Zihinsel engelli çocuklarımızın tespit edilmesi, ilgili okullara alınarak eğitim verilmesi, ailelerinin maddi olarak desteklenmesi önemli çalışmalardı. Bu ailelerin içinde bulundukları ruhsal durumu, onlar kadar hiçbir kimsenin anlaması mümkün değil. Bu proje ile biraz rahatladıklarını düşünüyorum, bu nedenle de önemsiyorum.
Ak Parti Hükümeti, Toplu Konut İdaresini(TOKİ) harekete geçirerek, deprem yönetmeliğine uygun konutlar üretti.Böylelikle dar gelirli vatandaşlar konut sahibi oldular.
Doğu ve Güney Doğu başta olmak üzere, okullaşma oranı düşük olan bölgelerde, çocukların okula alınmasında çaba harcandı. Haydi kızlar okula kampanyasıyla, özellikle kız öğrenciler hedef alındı, aileler ikna edildi. Hatta çocuk başına maddi destek verildi. Okul öncesi eğitimin ilköğretim lokomotifine dahil edilerek, zorunlu eğitimin dokuz yıla çıkarılması kararı da önemli karardı. Ancak, Avrupa Birliği standartlarına uyduk diyebilmek için, iki sınıfın birleştirilerek, 30-40 kişilik sınıflarla tekli eğitim- öğretim verilmeye çalışılması çok yanlıştı. ABnin standardı, 18 kişilik sınıflarla tekli eğitim- öğretim vermektir. Kalabalık sınıflarla yapılan eğitim- öğretimin kalitesinin düşeceği açıktır. Ayrıca, akıllı tahtayla eğitim -öğretimin kalitesi artmaz. Eğitim öğretimin kalitesini, doğrudan öğretmen arttırır. Çağdaş öğretim tekniklerini, laboratuarı kullanarak arttırır. Bu da ancak, öğretmenin iyi yetiştirilmesi ile mümkün olabilir. Ülkemizde, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan %10 seçim barajı var. Bu baraj temsilde adaleti son derece engelliyor. Bu çok yüksek baraj nedeni ile toplumun bazı, azınlıkta kalan katmanları Mecliste temsil edilemiyor. Demokrasi, sadece çoğunluğun temsilinden oluşmaz. Azınlıkların da temsil edilmesi gerekir. Baraj olacaksa, %3-4 seviyesinde olmalıdır. Bu %10luk barajı tabii ki, Ak Parti Hükümeti getirmedi. 12 eylül cuntasının hazırladığı seksen iki Anayasası getirdi. İleri Demokrasi diyen Ak Parti Hükümeti, temsilde adaletin önünde en büyük engel olan, bu çok yüksek barajı hiç olmazsa makul bir düzeye indirmeliydi. Milletvekillerinin merkezden lider tarafından atanmasına izin veren, Siyasi Partiler Yasası değiştirilmeliydi. Bunun yerine, partinin tüm üyelerinin katılımıyla gerçekleşecek, ön seçim sistemi getirilmeliydi.Bu konularda hiçbir çaba harcanmadı.
Genel Başkan R.T.Erdoğan, 2007 seçimi öncesinde seçim meydanlarında , televizyon kanallarında milletvekili dokunulmazlığını kaldıracaklarını söylemesine rağmen, kaldırmak için hiçbir girişimde bulunmadı.Halkımız milletvekillerine ayrıcalık tanınmasını istemiyor. Şu anda, milletvekilleri hakkında yüzlerce soruşturma ve dava dosyası var. Milletvekili dokunulmazlığı, ileri demokrasilerde olduğu gibi, sadece kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı olmalıdır. Dokunulmazlık kalkarsa, milletvekilleri keyfi olarak tutuklanır, yasama faaliyetleri yerine getirilemez söylemi, mazeret olamaz. Dokunulmazlık zırhına bürünen milletvekillerinden, bakanlardan hostes, polis, okul müdürü döven; adam vuran,( hem de Mecliste), kaçakçılık yapan, yolsuzluğa bulaşan, Yüce Divanda yargılanan, hatta ceza alanlar oldu.
Ak Parti birinci iktidar döneminde, Türkiyenin Avrupa Birliğine katılması konusunda gereken çabayı gösterdi. Ancak ikinci döneminde bu konuda hiçbir çaba gösterilmedi. Oysa, dosyaların görüşmeye açılması için, yoğun çaba harcanmalıydı.
Ak Parti Hükümeti, demokratik olmadığı gerekçesiyle, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu yasasını değiştirerek, üye sayısını artırdı, seçilme usulüne yenilik getirdi. Ancak, anti demokratik bir uygulama olan Adalet Bakanının başkan, müsteşarının doğal üye olma koşulunda bir değişiklik yapmadı. Bu durum bir olumsuzluktu. Yine, dosya yığılmasını ileri sürerek, Yargıtay yasasında değişikliğe gitti ve üye sayısını üç kat arttırdı. Yargıtayın dosya yükünü azaltmayı hedefleyen Bölge Adli Mahkemelerinin Kurulmasına dair yasayı 2005 yılında çıkardığı halde hayata geçirmemesi, kafalarda Amaç,Yargıyı ele geçirmek, düşüncesini doğurdu. Gerçekten, Yargıtayın dosya yükü fazla. Giderek de artıyor. Ama, bunun çözümü, dokuz ayrı bölgede kurulması planlanan Bölge Adli mahkemeleridir. Bu durum da, bir başka olumsuzluktu.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, sivil otoritenin emrinde olması gerektiğini öteden beri söyleyenlerdenim. Ak Parti Hükümeti de, bu gerekçeyi ileri sürüyor. Ancak, yasal düzenleme yapmıyor, Darbe planladı, uygulayacaktı savıyla tutuklamalar yaptı, yapıyor. Fakat, düzenlediği bir basın toplantısında, üzerine vazife olmayan, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda, Özü sözü bir adam isterim diyen, E- Muhtıra yazan general hakkında hiçbir işlem yapmaması, hatta Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirmesi, bu konudaki samimiyetlerine ciddi anlamda gölge düşmesine neden oldu. Bu durum da, önemli bir olumsuzluktu.
Kalemlerinden başka silahları olmayan gazeteci ve yazarların tutuklanması, aylarca, yıllarca hapiste tutulması, basılmamış kitabın toplatılması düşünce özgürlüğüne çok büyük bir darbeydi. Bu durum Ak Parti Hükümetine çok zarar verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, son yıllarda önceliklerini tekrar gözden geçirdi. Önceliği düşünce özgürlüğüne verdi. AİHMin kararlarını kabul ettiğini deklare etmiş olan Türkiye Cumhuriyetinin, önümüzdeki dönemlerde böyle hukuk dışı uygulamalardan dolayı yüklü tazminatlar ödeyeceğini düşünüyorum. Ayrıca, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), ABDnin AGİT temsilcisi,Avrupa Komisyonu, Türk Hükümetini medyaya yönelik gözdağını derhal durdurmaya ve AGİTin temel basın özgürlüğü değerlerini korumaya çağırdı.BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de, Türkiyeyi fikir ve ifade özgürlüğünü garanti etmesi konusunda uyardı.Tüm bunlar ülkemiz adına ciddi olumsuzluklardı.
Ak Parti Hükümetinin yaptığı bazı özelleştirme ihaleleri tartışmalara neden oldu. Tekelin içki bölümünün satılmasında, ihaleyi alan firmanın, bir süre sonra üç katı kârla başka bir firmaya satması, kamuoyunda haksız kazanç sağlanıyor düşüncesini doğurdu.
Ak Parti Hükümeti, işçi sınıfının örgütlenmesinin önüne birçok baraj koydu. İşyeri barajı(%50), işkolu barajı(%10) ve bir şirketin tüm şubelerinde örgütlenme koşulu barajı.Özellikle şirketin tüm şubelerinde örgütlenmeden, sendikal yetki alınamaması, zorlu bir engel olarak çıktı,işçi sınıfının önüne.İşçi sınıfı bu durumdan rahatsız oldu.
Başbakan R.T.Erdoğanın Karsta yapılan bir heykeli parmağı ile göstererek, ucube ilan etmesi ve yıktırması tüm dünyada sanat düşmanlığı algısı yarattı. Bu durum, ülkemiz için olumsuz bir puandı. Avrupadaki bazı çevrelerden kınamalar geldi.
Resmi rakamlara göre ekonomimiz büyüdü. Kişi başına düşen ulusal gelir 10.000 Dolar oldu. Ancak, bu gelir vatandaşlarımıza yansımadı. On iki milyon yurttaşımız açlık sınırının altında. İşsizlik had safhada. Orta sınıf yok oldu.
Ak Parti Hükümetinin bürokrat atamalarında da, olumsuzluklar yaşandı. Özellikle RÜTÜK, TİB, YÖK, ÖSYM Başkanlıklarına yaptığı atamalarla, bazı vali atamalarında yerindelik ilkesi göz ardı edildi.Bazı bürokratlar, adeta hükümetin militanı gibi davrandılar. Sorunlar yaşanmaya devam ediliyor. Ancak, bu başarısız bürokratlar görevlerini sürdürüyorlar. En güvenilir kurum olan ÖSYMyi bile güvenilir olmaktan çıkardılar. Acaba, bu kişilerden başka bu görevleri yapabilecek başka insanlarımız yok mu? Bürokratların hatalarından, beceriksizliklerinden doğrudan iktidar, iktidarın başı olan Başbakan sorumludur. ÖSMY Başkanının hatasının, beceriksizliğinin faturasının Ak Partiye kesileceğini düşünüyorum. Sınava katılan 1,7 milyon öğrenci, aynı zamanda seçmen. Aileleri ile birlikte düşünürsek, yaklaşık sekiz milyon seçmen kopya iddiasından rahatsız oldu. Bu durum Ak Parti için bir dezavantaj. Hatırlatmak isterim, ABDde bir bayan avukat adalet bakanı olarak atanmıştı. Basın, geçmişini didik didik etti. Bürosunda çalıştırdığı sekreterinin bir aylık sigorta primini ödemediği tespit edildi. Amerikan halkı ayağa kalktı, bu bayanı protesto etti. Bayan avukat, görevini bırakmak zorunda kaldı.
Başbakan R.T. Erdoğan, basına karşı hiç hoşgörülü olamadı. Oysa, iktidar, hele Başbakan her zaman eleştirilebilir. Bir siyasetçi, kişilik haklarına dokunulmadığı sürece, eleştirileri olağan karşılamalı, hoşgörülü olmalıdır. İnönü, Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan bu anlamda basınla uğraşmadılar. İnönü,Basının her zaman eleştiri hakkı vardır; Demirel, eleştirel bir dille,Yollar yürümekle aşınmaz; Özal, basın özgürdür dedi. Ecevit, nezaketini hiçbir zaman eksik etmedi.Bizim böyle bir demokrasi geleneğimiz var. Demokrasiler büyük ölçüde gelenekler üzerinde oturur ve gelişir.
Ak Parti, 12 Haziran genel seçimine üçüncü kez iktidar olmak için giriyor. Oy oranını düşürmeden iktidar olursa, Türk Siyasi Tarihinde bir ilk yaşanacak. Oy oranını düşürmese de, milletvekili sayısını düşüreceğini düşünüyorum. Tabii, halkımız durumu değerlendirecek, siyasal tercihini yapacak.Artık, halkımız bir siyasi partiye oyunu verirken, hangi adaylara oy verdiğini de bilmelidir. Adaylarda kendisini temsil edecek bilgi, görgü ve donanım olup olmadığını araştırmalıdır.
Önümüzdeki 12 Haziran seçiminin demokrasimize katkı sağlaması dileklerimle